www.google.com

bilalkayabay.blogspot.com

26 Eylül 2009 Cumartesi

ŞAİR, NEREDEN NASIL BESLENİR

ŞAİR NERDEN NASIL BESLENİR

Benim çok önemsediğim evrensel bir yasa vardır: Etki-Tepki Yasası. Yani "neden-sonuç" ilişkisi.
Her varlık aldığı etkiye, doğaldır ki kendi meşrebine uygun tepki
verecektir.
Alınan tepki, etkiye ve tepkiyi verenin özelliğine uygun değilse, ortada bir sorun var demektir.

Son model ultrasonik aygıtlarda, biyokimya laboratuvarlarında yapılan incelemeler, doktorun bir elinin parmak uçlarıyla karnınıza koyduğu öteki elinin üstüne tık tık vurması, verilen etkiye beklenen tepkinin gelip gelmeyeceğini anlamaya çalışmak değil midir?

Bir varlığın hangi etkiye nasıl tepki vereceğini onu kuşatan, yaşatan, besleyip büyüten ortamlar, koşullar belirler.
Bu değişmez şaşmaz dengeyi bozmaya kalkarsanız, aynı teraneyi çalanlarca bir süre alkışlanır -ki o alkışlayanlar ve o şakşakçılardır insanları mahfeden- sonra zaman denen şaşmaz yargıcın ipinde sallanırsınız.
Hâlâ sallanacak bir şeyiniz kalmışsa.

Tanpınar, bir değerlendirmesinde şöyle der: "Şiir, bir iç kale sanatıdır. Çünkü dil, aracı olarak değil; araç ve simge olarak kullanıldığı zaman milletin iç kalesidir. Böyle alınınca, bir milletin insanının, tarihinin, kültürünün ta kendisidir."

Herkes kendi ağıdını ağlasın, yani herkes kendi şiirini yazsın. Zorlamayla, bir iki -çeviri ya da değil- batılı kitap okuyup yeni ağıtlar düzmeye kalkışanların, kendi ağıdını ağlayanlara, yani kendi şiirini yazanlara afır tafır etmeleri de cabası.

Artık kendi ağıtınızı ağlayacak durumda da olamayabilirsiniz. Hani kocasını kaybeden kadın: "Kocamcııım kocamcım " diye ağıt yakarken, Hoca Efendi eğilip kulağına; "Kızım şu ağıdını doğru ağla" deyince, kadın: "Hocamcıım Hocamcım" ağıdına başlar. Hoca bakar ki kadının derdi başka : "Kendi ağıdını ağla kızım, eski ağıdını ağla" der.
Demem o ki, geleneklere karşı çıkmanın, yeni söyleyişler, yeni açılımlar getirmenin de bir ölçüsü, bir yolu yöntemi olmalıdır, vardır.
Ama onların derdi başka.
Özenecekler ki yaransınlar. Eee, yaltaklansın, yaransınlar ki günün birinde burunlarını medyada gösterebilsinler.
Az şey mi (!). ?

Yazılı-sözlü-görsel basın ötekilerin elinde.
İşin acı mı komik mi yanı da, çökelek çocuklarının çikolata çocuklarına özenmeleri. Elbette özenmelerinin nedeni var
Hani şu bizim "tuhaf" halkımız var ya, hani şu türkünün ve sözün en vurucusunu yüz yılların bin yılların memelerinden süzüp alan ama ne türküye ne o söze sahip çıkan, ne de arkasında duran şu "halk". Nazım'ın halkı. Ne diyordu Ustam:

"Akrep gibisin kardeşim, koyun gibisin." İşte bu halk der ki:
"Komşunun tavuğu komşuya kaz, gelini kız görünür."
Batılılar karşında aşağılık duygusunu bir türlü yenememiş şu bizim Tanzimat Kafalarımız,ah!
Bu toprakların insanlarının, Batı'yı öykünmeyeceği bir tek şey varsa o da şiir geleneğidir.

Ha! Bu ilişkiler, bu işler yalnızca biz de mi böyle? Tekmil dünyada böyle. Çekim merkezi kapitalist-emperyalist odaklar. Bu güçler yüzyıllardır, doğunun salt ekonomik kaynaklarını mı sömürüyor sanırsınız?
Hayır, en çok da felsefesini, bilimini kültürünü çalıyor, çarpıtıyor; sonra boyayıp doğuya dayatıyor.
Seni kuşatan, seni sarıp sarmalayan varsıllıklardan, seni sen yapan -ki en başında dil gelir- değerlerden habersiz, günün rüzgârıyla yelken açmaya kalkarsan, varacağın yerde seni kim ya da ne karşılar belli olmaz. Ne diyor şu bizim halkımız, gene ona başvuralım: "Zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına."

Üretir de arkasında durmaz, dedik ya, boşlukta kalmasın bari, alın birini:
"Balık baştan kokar."
Peki, bu can alıcı müthiş gerçeği bin yıllar içinden bin bir acı bedel ödeyerek çekip çıkaran halk, o kokmuş başa ya da başlara secde etmekten gayrı ne yapmıştır?

İşte halkımın çocukları da tutuldu ucuz medya rüzgârına, savruluyoruz. Çökelek çocuklarıyla, çikolata çocukları atbaşı. Çikolata arada bir iyi gelir de, çökelek ömür boyu temel besin kaynağıdır, vazgeçilmez.
"Bir şairin yaşantısı şiiridir. Ondan gayrısı olsa olsa dipnot olabilir."

Yevgeni Yevtuşenko
"Bir ozan, yaşamasına yansımış bütün duyarlıkların, bütün imgelerin çocuğudur."
Dağlarca
"Şair olmak isteyen bir insanın, her şeyden önce kendini öğrenmesi gerekir."

Arthur Haulot
Sözün özü, şairliğe soyunan, coğrafyasındaki masalları, halk hikâyelerini, söylenceleri, halk deyişlerini, deyimleri, atasözlerini, tekerlemeleri, bilmeceleri, ninnileri, ağıtları, halk destanlarını, manileri, türküleri, gelenek-görenekleri, inanç farklılıklarını, çeşitliliklerini, şiir geçmişini yani o toplumu o yapan tekmil birikimi yani kültürü olabildiğince tanımak, anlamaya çalışmak, özümsemekle yükümlüdür.
Bu yükümlülüğü yerine getirmek yetecek mi? Hayır! O kültürün yarattığı dili sevecek, ona saygı duyacak, koruyacak, geliştirip daha da güzelleştirecek, yüceltecektir.
Dilini bilmek zorundadır. Tanımadığınız, bilmediğiniz bir şeyin sınırlarını zorlayamazsınız. Oysa şair dilin sınırlarını zorlamak zorundadır.
Sağlıklı beslenme, yalnız bedensel olmaz, daha da önemlisi, zihinsel olmalıdır.

"Ne ekersen onu biçersin" der ya, atasözümüz; ekeneğin de hazırlanması gerekir.
O ekenekte, bir parçası olduğumuz evrene de yeterince yer ayırmak durumundadır, şair.

Üyesi olduğumuz insanlığın yaşadıkları, yaşayacakları, acıları, sevinçleri de ilgi alanında olmalıdır, şairin.
Yerelliği, ana sütü, temel gıdasıysa, evrenselliği de varsıllığı, gönenci olacaktır.

"İnsan olmadan şair olunamaz." der, bir Çin Atasözü.
Şiiri, insan yaratır, insan için yaratır, insanca yaratır. O zaman özünde, insan vardır, olmalıdır. Şairin temel besin kaynağı, doğuştan getirdiği "şairlik" yeteneğidir. Hamurunda bu cevher olmayanlar, söz cambazlığı yaparlar belki ama şair olmak başka şeydir.
"Şiirleri insan yaratmaz, insanın içindeki tanrılık yanı yaratır. İnsandaki bu tanrılık tarafta şiir varsa, ağzını açar, şiiri söyler. İnsandaki bu tanrılık tarafta şiir yoksa, şiir söyleyebilir, fakat o zaman, bunu yapmasa daha iyi olur."

YÜAN MEİ (1716- 1797)
Bunu söylerken, emeği yok saymıyorum kesinlikle. Biraz tanrısallık biraz insan emeği.Sağlam hamurla şair olunur da, salt emekle asla! Cevher olmayan toprağı ne kadar işlerseniz işleyin, ortaya bir ürün çıkmaz.
İş ki şair, içindeki çağlayana kulak versin. O çağlayan onun kafasını taşlara vura vura, her vuruşta bir şeyler biriktire biriktire dağarcığını doldurur, varacağı yere vardırır.
Karac'oğlanlar, Dadallar, Pir Sultanlar, Yunuslar ve daha niceleri çağıl çağıl nasıl akıyorlar yüz yılların içinden, bugüne, bugünden yarına!
Saygı ve sevgilerimle…

Bilal KAYABAY

ÇİY, HÜZÜNDÜ ÇİMENİN GÜLÜŞÜNDE

ÇİY, HÜZÜNDÜ ÇİMENİN GÜLÜŞÜNDE

 Birinci Ankara Öykü Günleri’nin son günü, Mülkiyeliler’in Bahçesi’ndeyiz…
Çetin Öner :
“Binboğalar’a gidiyorum bir iki gün içinde… Yoldaşlarım, beyaz atım, sigaram” diyor, şöyle çapraz bakarak. Beklediği varmayınca, buyurgan buyuruyor:
“Hazırlanın yegenler, siz de geliyorsunuz.”
Yeğenler mi?..
Kerhenresmi Ber Hikmet ve ben.
Kerhenresmi Ber Hikmet?!..
Doğal sivil, formel resmi?..Ber’liği Kafkasya’dan. Ne demeliydim yani?..
Dayımıza “hayır” demek?!.. Anam, mezarından kalkar vallahi!..
Yağmalanan tarihin utanç anıtı Şar’ı, Karakoyun’u, Binboğa kuytularında Kürt, Avşar, Çerkes köylerini, Kayapınar’ı dolanıp döneceğiz, çiçeklerin çimenüstü düğün kurduğu ayda!..
Seksen hane Çerkes’in, Çerkesçe yaşadığı ve kendinin “kızıl-doru bir Çerkes tayı” olduğu, minyatür Kafkasya’dan söz ederken Çetin Öner:
“Duyumlarıma göre, şimdi on sekiz hane kalmışlar, yirmi sekizi küsülüymüş” diyor, gülüşüyoruz acılı!..
Bir mayıs sabahında düşüyoruz yollara... Şu mayısın ne çok izi var bende!.. Ocak gibi… Temmuz gibi…Eylül gibi…
Elmadağ’da duruverdi, beyaz at ?.. Kişneyip hırıltıyla, “gitmem” diyor? Yalama bir düzen baştan ayağa, kurbanları bizleriz ve yine bir kez daha. Düzen katılmış yem-yakıtı, hasta etti beyaz atı!…
Sabrımızın sınırında geliyor, Ankara’dan beklenen. Biz üçümüz beyaz atta , beyaz at kurtarıcıda, yolumuz Ankara’ya…
“Tesadüfen yırtmışsınız, geçmiş olsun abiler!” demez mi, serviste usta. Sen çok yaşa emi, usta! Şaşılacak ne var bunda!
Atlatılmış bir felaket daha!.. Üstüne elli milyonluk fatura!..
Çetin Öner: “Haydi hayra yoralım, yolculuk yarına kaldı.”- umutlarımız gibi - deyip basıyor gaza… Fren, Gazeteciler Cemiyeti’nde giriyor devreye. Gelsin buz gibi içkiler. İyi gider bunun üstüne…

Bir aykırı uçuk geceyi sunmak için mi çağırdı geri, Ankara?.. Dillere destan olmuştuk, parkların dili olsa?!..

Ertesi gün …Yollardayız yeniden…
Anadolu bozkırı, desenlenmiş, ömürsüz yeşilin bir kaç tonuyla… Binboğa, Kar alası!.. Soğuk bir öfke ile bakıyor yukarıdan, günsüz yeşil ovaya.
                                        
Havalanır Adana’dan koca
Bir tarla pamuk
Papaklanır dağlarının başına
Altında insanlar yaşar
Nasıl bir yaşamaksa
Yaşanır yaşanmasına
Kendin olamadan/da
Dağgülleri nasıl yaşıyorlarsa
Teneke saksılarda

Onlar ki direnmiş
Destan zamanlardan beri
Rus’un zulmüne
Başlarına ne çoraplar örülmüş
Alameti emperyalist farika
İnaklarından yemişler kazığın çatalını
Bir ucunda adı beye çıkmışlar
Kalın ucunda Osmanlı
Hainin iğvasına uyanlar çıkar elbet
İhanetlerini yazmaz onurlu hiçbir tarih
Ne ikinci ne de özyurtlarına

Adı karaya çıkmış denizin
Keşke bir dili olsa
Ve konuşsa
Anasının koynunda ölüsü kokmuş bebekler
Dağlarda yazı solmadan
Çölün örümcek ağını yırtsa bir çerkeskalem
Dillendirse Kafkaslı destanları
Uyandırsa Seteney’i Nartlar’ı
Yolboyunca “Ne iyi ettik… ne iyi ettik gelmekle…” diyor ya Çetin Öner, bu “iyi etmek” hüznün kırk rengini giyiniyor, köyün orta yerinde!?..
Kerhenresmi Ber Hikmet, ben, ardıçlar ve Binboğa’nın tanıklığımızda, “ Dağlara Yazılıdır” ın “kızıl-doru Çerkes tayı” bu kez acıyla soluyor, beyaz bir aygır olarak, Işıkdağı’na karşı…
Işıkdağı?!..Orda yanıp orda söner, günün ilk-son ışıkları…
Binboğa’nın doruğuna, bu yüzden takmış bu adı, o yörenin insanları.
Karşımıza, bir örende çıkıyor, hüznün kırk birinci rengi?!…
Bir küçük Kafkasya’yı ve bir Kabartay tayı, içinde barındıran, Çerkes Yahya’nın Konağı, taş-odun yığını şimdi!?…
Kimliğini, vefasızlığa kaptırmış kapıda, çocukken kazıdığı “Ç - Ö” yü arayadursun Çetin…Kapının üst pervazından gözlerime küskün bakan bir sayıda taşlaşıyor bedenim?!…
Paskırmızı dört köşe bir metalde kirlibeyaz 28!?..
Dürtüp işaret ettim!.. Şaşıştık!.. Bakıştık!.. Susuştuk!..
Sonra?…Çömelip arayandan, yoksul bir sevinç ünlemi: “İşte!.. Buldum!.. ‘Ö’ …”
Ç ?…
Ç’si kırk bir artı bi hüzün!…
Çöken mi demeli, çökertilen mi?.. Yıkılan Çerkes Konağı’nın altında kalıvermiş, kızılyelesi rüzgârda, kulakları çekiç gibi, kuyruğu hep havada, yulara-geme gelmeyen Kafkasyalı Özgür Tay…
Bir roman daha yaz dayı!… Adını koymak benden!.. Dedim de?..
Sahi!..Adı ne olmalı?..

NASIL YAZAR - ŞAİR OLUNUR

NASIL YAZAR-ŞAİR OLUNUR

Önce bir "atölye" ye gideceksin, rendeden, küştereden geçecek, törpüleneceksin.
Ustan seni şöyle bir okşayacak; bakalım ele dokunan bir yerlerin kalmış mı? Pürüzlerin giderilmiş;
kaymak gibi olmuş musun. İcazet lütfedildi. Şimdi sarıl yazmaya. Eski yazmalarını onarmayı unutma.

Yetmez.
Ustanın da desteğiyle, salınacaksın, irili ufaklı tüm dergilere.Dergiciler dünyanın merkezidir.
Yeni bir rende-küştere işleminden geçeceksin. Alınmak gücenmek yok. Nazlanmak, nasıl olur demek yok.
Ne isterse "he" diyecek, egosunu tatmin edeceksin.
Omurgalı olur, dik durur eyvallah etmezsen, dergilerinde yer vermez; bundan da zavallı bir doyuma ulaşırlar.
Her nimetin bir külfeti olacak. Ürünün görününce dergi sayfalarında, değdiğini düşüneceksin verdiklerine. Sen de tatmin olacaksın. Al gülüm ver gülüm.

Yetmez.
Ürünler üzerine ahkam kesenler vardır. Birrivayete göre, ‘eleştirmenlermiş’ - Onları "tatmin etmek"daha da zordur. Amanı zamanı yok. Hoş görünüp, hoş tutacak, gönlünü kazanacaksın. Döşenecek üstüne,döktürecek dilince.
Kıskananlar çıkacak, kimi öyle kimi böyle diyecek. Alınmaca kırılmaca yok bunda. Sen işine bakacaksın.

Yetmez.
Sıra geldi yayıncıya. Dosyanı koltuklayıp çalacaksın kapısını. Onun da istekleri olacak, insanına,
kişisine, cinsine göre. Önce uyuşup anlaşacaksın. Sonra basacaksın parayı. Bastırmazsan, basmazlar. Bunu iyi bileceksin.

Yetmez.
Bir biçimde, yazılı-görsel medyada yer kapmış birilerini kafalayacak, iyi ilişkiler geliştireceksin. Elbette bedelleri vardır. Ödeyeceksin. Ödeyeceksin ki oralarda görünüp, ünleneceksin. Gerçekte değerinin ne olduğu
Dert değil. Değer biçenlerin gerçek değerlerinin ne olduğu da fark etmez. Değil mi ki onlar köşe tutmuşlar.
Değil mi ki ağzı açık bir toplum, onların ağızlarına bakıyor. Bırak onlar seni de pazarlasınlar.

Yetmez.
Yazar örgütlerine yanaşacak, yöneticilerine rampa yapacaksın. Sularınca akıp, gönüllerini hoş tutacaksın. Seçimlerde “delegeleri” olduğuna inandıracaksın. Yönetimin bir ucuna yapışmaya bakacaksın. Sana uygun “münhal” bir kadro bulunamazsa, kadrodakilere her anlamda “biat” ettiğini gösterceksin. Böylece, etkinliklerde çıkınındakileri sergileyecek, bir yerlerde gezinecek, masalarda yer tutacaksın.
Söz buraya gelmişken, bir de iri ufaklı, ulusal - uluslararası (!) sanat festivalleri düzen, düzenleyenler var. Hep dirsek, hatta kucak temasında bulunacak sularınca akacak, her etkinlik yer almaya bakacak,
bir avuç arpanı bol bol saçacak, her bir yana sanatsal (!) kollar atacaksın.

Eee artık epeyce bir şey oldun. Düne kadar, sevgi, saygı gösterdiğin(!), yakınında olmak için kıvrandığın birileri var ya hani; hani bunlara bulaşmayan eyvallahsız tipler, onlara mesafeli durup, çapraz bakacaksın. Ama, ötekilerin görmediği bir yerlerde, onlara da beğenilerini, sevgilerini, dürüstlüklerine, yazdıklarına hayranlığını itiraf edeceksin.

Böylelikle, hem bir yerlerinde sıkışıp kalmış “insan” yanın tatmin olur, hem de kim bilir...

Yetmez.
Celal Vardar’ın: “suya dokunmazmış / sabuna dokunmazmış / pise bak” dizelerine hiç bakmayacak;
sabuna dokunmayacak; kerameti kendinden menkul satırlar-dizeler döktüreceksin. Yenilikler yaratıyorum diye, eskimeyen eskilerin ve de dilin ırzına geçeceksin şehvetle. Çekinme, “kerameti kendinden menkuller”den övgüler alacaksın. Yeter ki “emir komuta zincirinde” yaz azimle.

Yetmeeez.
Bu aşama çok önemlidir. Bu ötekilerden daha zor ve karmaşık bir konu. Şu "ödül" meselesi. Herkesin, özellikle de verenlerle, alanların nasıl işlediğini çok iyi bildiği ama aynı zamanda da hiç kimselerin bilemediği bir işleyişi vardır, bu kurumun. Nasıl kurumsa...

Ödülleri zehir bir hafiye gibi izleyeceksin. Hangi ödülün seçicileri kimlerdir, bu zat-ı muhteremlerin şiir anlayışı nedir, nasıldır. İlgi alanları, zaafları nelerdir. Yakın ahbapları dostları nasıl insanlardır, onların tavlamanın yolları nelerdir. Bu ekibin içinde en sözü geçen hangisidir, ona ya da ona sözü geçen birine nasıl ulaşılır. Bunları da iyi izleyeceksin. Azimle bu ödül dağıtımlarına katılacak ve "istenen koşulları" eksiksiz yerine getirip, bir iki ödül kapacaksın. Burada ki temel düşünceyi hiç unutmayacaksın: "Ödül, alınmaz, verilir." Bu "düstura" uyduğunda kendine bir kaç ödül verdirebilirsin.

Ya daaa…
Bütün bunları, beninin ve elinin tersiyle ittirip bir tarafa, “sen” olacaksın. Rendecin, küşterecin sen olacaksın. Kendinle yarışacak, kendini yoracak, kendini aşacaksın. Biriktirip birikip, kendinden, kendini taşacaksın.
Kendi evrenini kurup, oradan bütün evrene insan insan bakacaksın.

Sonraaa…
Sonrası zaman işi. Yargılama işini, yargıları şaşmayan, zaman denen yargıca bırakacaksın.

Hadi şimdi yoluna. Kolay gelsin.

Ben mi ?.. İstisnalar vardır amma...

“İçimdeki çığlık düşse yakamdan
Devekuşu olup yazmayacağım
Yazanları tanıdım üşüdü yazmalarım”


Bilal KAYABAY

25 Eylül 2009 Cuma

ADANMIŞ TÜRKÜLERİM

HADİ GEL

hamak yap saçlarını
aşka bele gönlümü

asılıp gözlerine
sallanmak istiyorum
sevdanın uçlarına
dingin duru sevmelere
ulaşmalı yüreğim

hangi güç aklayabilir
insanlığın yüzünü

hadi gel sevişelim


İNSAN İNSAN

insan gördüm
adı insan

insan gördüm
tadı insan

insan gördüm
bütün canlara düşman

insan gördüm
canlardan öte bir can

insan gördüm
öleyazdım acımdan

insan gördüm
onur duydum adımdan

insan gördüm
dalmış kör karanlığa

insan gördüm
uçmuş soy aydınlığa

insan gördüm
tanımamış sevmeyi

insan gördüm
tanrı bilmiş sevmeyi

insan gördüm
eteğinde dolu taş

insan gördüm
yüreği hacıbektaş


İNSAN ORMANI

ışıksız yürüyen orman
kayboldum

tilkisi kurdu sırtlanı
örümcek akrep yılanı
kuşatıldım

sığınaksız yabanıyım
bu karanlık ormanın
kan çağırır
yarasa çığlıkları
çıldırır kulaklarım

gönlümde
yunus türküsü
yüzümde utancı
haccac olmanın

ben ki
aşktan çoğalırdım
yok oldum


KİMSESİZ GECELER

kimsesiz gecelerin
kimsesiyim ben
karanlıklardan kaçıp
bana gelir geceler

onlarla paylaşırım
acımı sevincimi
gün dağların ardında
geceler kollarımda

ve şiirler dillenir
dostluktan aşktan yana
dizelerde avunur
dinmeyen sızıları
kitaplarda ağarır
kapkara yazgıları

geceler uykulara
ben düşlere dalarım
karanlığı esmeyen
kimsesiz gecelerin
kimsesiyim ben


GALİLE’YLE BİR YILBAŞI

bir yıl daha büyüdük
gençleştik bin yıl daha

özgürlüğe tutulup
acıya nikâhlandık

ölümlerin koynunda
kök saldık yıldızlara

gülümsesin yarınlar
dönüyor çünkü dünya


DEĞİL

bir olmaz olası gün ki
senin olan
senin değil

algelincik büyütürsün
yürek toprağında kökü
çiçeği gelin değil

ne tellerde ne yellerde
ak türkü
ağıt yakmada pınarlar
can dayanası değil


GÜN OYUNU

gün doğar
gölge büyür
cüceler
dev görünür

gün düşer
gölge büyür
cüceler
dev görülür

doruklaşır aydınlık
güle güle ölünür

bu
bir gün oyunudur


AÇMAZ

güneşin yurdunda
ışıksızım ben
buzdağları arasında
yüreğim

dalların dilsiz kuşları
bozulmuş yuvam tüneğim

aydınlığa göz açtırmaz
karanlık
bilincimi köreltiyor
bileğim


PAYIMIZA DÜŞEN

bana bir türkü söyle
şöyle yanık havadan
ezgisi ahtan
sözleri vahtan ola

aahlarla doğmuş
vaahlarla büyüymüşüm
bunlardan benim payım

bana bir türkü söyle
ezgisi ahtan
sözleri vahtan ola

“bir kahkaha üç pirzola…”
uy torpahğlar başına
bilmediğin neyine
sen hele bir ağıt de

“yemen yolu çukurdandır
karavana bakırdandır
zenginimiz bedel verir
askeriz fakirdendir”

deyip yürekler yakan

“ağlamak, ömrü uzatır.”

buyursa da
keyfe keder ağlayan
ağlamak bizim işimiz
ömrü
“vakit-saat” bilir

sen hele bir bozlak çek
şöyle dadaloğlu’mca
dağlarda yankılanan

bana bir türkü söyle
ezgisi ahtan
sözleri vahtan ola


YARINLAR İÇİN

şiir damıttm acıdan
yarama merhem diye
ışık sağdım karanlıktan
gün ışısın ay doğsun
yıldız koksun geceler

gelincikler büyüttüm
taşlar dikenler içinde
bezensin doğam diye

kar yağdırdım saçlarıma
ömrümün ilkyazında
kardelenler boy versin
gülsün baharlar diye


BÖYLEYSEM

insan karanlığında yuvalanmış
gırtlağımda yarasa kanatlar

eritilmiş kurşundur
çığlıklar kulağımda

böyle hırçın böyle hoyrat
dom dom kurşunu gibi
böyle pat pat oluşum

başımda bunca duman
bunca acıya
onca belaya katlanmam

ne dağlılığım ne hoyratlığımdır
kan kusacak yarınlara
bu günden ağıtımdır


ANLAT BANA KADINI

gem azısında duygunun
sözcükler kör kötürüm
gözlerin ellerinle
yüreğin ve teninle
anlat bana kadını

anadolu kadın'ın
âsi çocuğuyum ben
soylu yasaklıları
sevdayı tanırım ben

özgür kıl yüreğini
salıver hücresinden
tutuklanmış kadını
yeşersin insanlığın
hiç hesapsızca yaşa
kadınlığın tadını

bana kadını anlat
anlat bana kadını

sen kibele anasın
yaratanlar içinde
yarimsin sen ki benim
ilkel nazlar içinde
sen ki bacımsın benim
yüreği prangada
sen ki anadolu'msun
kördüğümler içinde

bana kadını anlat
anlat bana kadını
ak sevdalar içinde


DELİ

kafan deli
gönlün deli
dilin deli
delisin oğlum deli

insanca düşün
gönlünce sev
doğruyu söylesin dilin
sen de olursun deli

deli olmak
zor değil ki



UMUT ÇİÇEĞİ

Ölümlerden diri doğdum
Çoğaldım bitişlerde

Acıdan bilinci sağdım
Yas karasından sevinci

Zincirlerde özgürlüğü yaşadım
Soldurmadım umudun çiçeğini


KIŞLARIN ARDI

gün arsız gece kancık
dayan yüreğim dayan

bir yanda bedrettin
bir yanda sultan
dadaloğlum bir yanda
bir yanda ferman

koçyiğit haylamasında
susar tüm ulumalar
kol gezsin ölüm zulüm
kışların ardı bahar


ADANMIŞ TÜRKÜLERİM

bıçkın yolculuklarımdır
böyle seyip
yolbungunıu oluşum

günüm dar gözüm kara
gönültelim başkaldırır
söyleyemem türkümü
tezeneme prangalar vurulur

aklım kapanlara düşer
vıcık vıcık insan kaynar
beş yanım

yüreğim dağlara çıkar
ısınır umudun dili
çoban ateşlerinde
türkülerim
özgürşüğe adanır

çoğalır türkülerim


KEHANET

yarın on iki eylül
yarın gün tutulacak

yürek yangınlarında
cadıların kazanı

sürülür önümüze
yenmez yutulmaz acı

filizler ateşlerde

susacak umut türküsü
ağıtlar çoğalacak

yarın on iki eylül
yarın gün tutulacak

!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

biri söylesin noolur
bu soysuzlardan hesap
ne zaman sorulacak

BAHAR KAL

BAHAR KAL

Sarı ölümlere suskun
çıplaklığını kuşanır
yüreği yeşil ağaçlar

göçmenlerin telekleri
fısıldar gökyüzüne
son güzün gelişini
sökün eyler ucun ucun
turna sürgününde bulut
ölü yıkayıcı yağar

sel taşımadan sorumlu
kefen işlerinden kar

yeniden dirilişi
emzirmedeyken doğa
gelişsiz gidişlerin
hüznünü kimler yaşar

bahar kal bahar gönlüm
bir yerlerde pusuda
dönüşsüz bir sonbahar



BİLAL KAYABAY SÖYLENCESİ

artvin’in ğhod köyünden
-şimdilerde aşağımaden-
ozan kabakçıoğlu'nun biricik oğlu ziver
babasını topraklayıp atayurdunda
seferberlik sürgünlüğünü yaşar
beş yaşında bir çocukken
anasının sırtında

tay bir çerkes kızıdır
tûmalar’ın mekedîne

adana’nın binboğa’ya komşusu
toroslar’da unutulmuş iki köy
kayapınar kızın küçük kafkas’ı
oğlanın çoruh’u şar
adana’ya beş at günü
kayseri’yle maraş’a da
o kadar

mecburiyetten eşkıya
bu dağlarda insanlar
dostlukları su götürmez
kimisi kürt kimi afşar

ardıçlar kör saytaş dilsiz
yollar sıtma nöbetlerinde
atlar inadına huysuz
gece inadına sağır
kurt kuş haram uykularda

sahnelenen
çerkes’ten kız kaçırma

nal sesleri meşeliklerde yiter
mavzer ıslıkları dağbaşlarında
ağlar tekederesi
yarısı “doksan üç” erzurum yarısı
“seferberlik” artvin
dağlara yoldaş bir köy:
yüreğinde “yağmalanan tarih” acısı
kabardey mekedine
saygın gelinbacısı

kara kara sıva damlar
çerkes’le beyazı tanır
değişir köylünün rengi
evlerin yüzü ağarır

gelinbacı dokuz yürek anası
“âsi çocuk” altıncısı
bulgurlar kaynarken doğmuş
yedi eylül bin dokuz yüz kırk yedi
ağalıktan ırgatlığa
çobanlıktan maden ocaklarına
avukat yamaklığından öğretmenliğe
onuruyla omuzlarken yaşamı
iki ocak bin dokuz yüz seksen’de
kurşunlar sıkılır düşüncesine
ölümlere gider gelir bedeni
sağ tutar direncini
ölmelerde babaya can diye doğan oğul
dikili tek ağacı
otuz günün sonunda koklaşır babasıyla
sevinir can dostları
sönmeyecek ocağı

sorgularla sürgünlerle ödenir
karanlığa dikilen bütün aydınlar gibi
insanca yaşamayı savunmanın bedeli
hiçbir şeyden çekmedi
dilinden çektiğini

mayam çoruh’tan köpürür
kafkaslar’dan taşar sütüm
güneş binboğa’dan gülümser bana
toroslar’a düşen renkli tohumum

damarlarımda çoruh
yüreğimde kafkasya
binboğa çıplak öfkem
toroslar dadallığım

dağım ben dağlıyım ben
gemlenmez bir suyum ben
çoruh’un kafkaslar’ın
binboğa’nın toroslar’ın
seven çocuğuyum ben


BANA BİR MERHABA DE

Bana bir merhaba de
Bana bir merhaba de
Yaza dursun yüreğim

Bana bir merhaba de
Bana bir merhaba de
Hayyam testisinde şarap
Evrende gerçek olayım

Bana bir merhaba de
Bana bir merhaba de
Neyzen’in neyinde soluk
Mevlana’da aşk olayım

Bana bir merhaba de
Bana bir merhaba de
Hacı Bektaş’ta hoşgörü
Yunus’ta yürek olayım

Bana bir merhaba de
Bana bir merhaba de
Pir Sultan Abdal’da isyan
Nesimi’de can olayım

Bana bir merhaba de
Bana bir merhaba de
Karakışlarda kardelen
Her bahar nevruz olayım

Bana bir merhaba de
Bana bir merhaba de
Kawa’nın dağında ateş
Dahhaklar’a son olayım

Bana bir merhaba de
Bana bir merhaba de
Kafkasya’da Seteney gül
Nartlar’da destan olayım

Bana bir merhaba de
Bana bir merhaba de
Bedrettin’de bölüşüm
Nazım’da özlem olayım

Bana bir merhaba de
Bana bir merhaba de
Yazadursun yüreğim

OLSUN

yaşam bir dikenlikmiş
olsun

karakışlarda açan
karçiçeğim var

dört yan sivri sinekmiş
olsun

yürek yaylamda uçan
kelebeğim var

dünya kor cehennemmiş
olsun

acıları kutsayan
can meleğim var

insanlar şeytan cinmiş
olsun

gönlümü kanatlayan
bir can perim var


MELİŞ
mevsimleri şaşırmışsın melişim
evreninde bahar güze dönüşmüş

leylaklardı salkım saçak yüreğin
içindeki alev köze dönüşmüş

hamaktı sevdaya bebesiz gönlün
aşkın söylenmeyen söze dönüşmüş

oku yüreğini okut gönlünü
kuralı yasası olur mu aşkın

unut yasakları unut suçları
mecnun yaratmasın bir daha aşkın

ulaşmayacağı hangi doruk var
söyle bir yürekte soylu bir aşkın


BEN KENDİ MAVİMDEYİM

yelin suyla öpüştüğü
zamanlara saklıyorum
kendimi

bir damladan
denizlere varana
sular hep değişirken
bengiledim yelimi

şimdi okyanustayım
unutsun göller beni

her yakamoz bir gülücük
bebek yanaklarından

ben uçuk mavimdeyim


YASAKLIYIM BÜYÜMEYE

gelmelerin
avucumda sarı bir yirmi beşlik
çocukluk ağzımda kınalı şeker
yabanıl dudaklar kalır hediye

yanar su içmem üstüne

gitmelerin
oyunlarda yitirmem ki paramı
çocukluğumun gönlünde cehennem
samanıl yangınlar kalır geriye

yanar su serpmem üstüne
dün çocuktum bugün ozan
yasaklıyım büyümeye



HE GURBAN

Nevruz alevli aşkların
Yavuklular yurdunda
Sırtlanlar dünür başı
Seğmenler akbabalar
Kurtlar çalar son kavalı

On belik örgüsü kül
Perçeminde bir çift köz
Cem o’nun yanan gözleri
Aslı’ya küldeş olur
Muratsız saçı kınalı

Ay derler Dicle bulanır
Suyukuru balıklarım
Apansız yutar zokayı
Gün adamı dem çeker
Kanar Fırat’ın suları

Usta’nın körüğünde
Kora keser nevruzlar
Çelikten Dahhak’ın marı
Kirveliğimiz ar eder
Sakal aşağı bıyık yukarı

Gülü har ettiler Zeynom


FİDAN VE TIRTIL

fidanın teninde tırtıl
kara inciri koklar
yalar kırmızı narı

sarsılmaya durur fidan
pençelerinde mor başlı
bir çift yavru güvercin
hınzır uçma/k/larda şahin

sıtmaya tutulur fidan
süzülür saklı vadiye
kına yakar bir yerine
perde perde iner perde

kanamaya durur fidan
çözülür çözülmez donu
baharı yangınlarda
gerdeği düş bozumu

solmaya tutulur fidan


ERKEN BİR YAŞAM

benimkisi erken bir yaşam çünkü
dalga boyum kalakaldı dalında
çöllerde tuba dalının

kısas-ı enbiya çıkmazındayım
ses... ses... ses...
söz!..
zinhaar!

kentlere taşınmış çoban aldatan
bunca mahlukat içinde
bir tek benim dilimi anlamadı
süleyman

örümcekli ağılar katıktır ekmeğime
azığımın ortağı bukalemunlar

tur dağında şavkımadı ilk ateş
ne altın buzağısı oldu ineklerin
ne de altın yumurtladı yalvaçlar
marangoz, meryem'in korusundayken
tabutçular baltaladı vahamı
yongalarım alev oldu roma'ya

lat, menat, uzza, hubel'e inat
ilk şeytanla seviştim
âyetleri söylenmemişti daha
âdem'den önce de varım sonra da


TAPINMA

tapıyorum şu havva anamıza
doğanın çağrısıyla
koparıp daldan elmayı
tatlar sunmuş adamına
tohumların özleminde
nadaslarda toprak gibi

ne kadar kadınca
tanrım

tapıyorum şu adem babamıza
cehennemler pahasına
dişleyip yasak meyveyi
canlar sunmuş kadınına
toprakların özleminde
bulutlarda yağmur gibi

ne kadar erkekçe
tanrım

tapıyorum şu havva'yla adem'e
başkaldırıp kötürüm bir yaşama
iki yarım bir bütünde
çoğalmış yürek yürek
kovandaki petek gibi

ne kadar insanca
tanrım

şaşıyorum su tanrı mantığına
bin bir türlü nimet sunup
yüz bin türlü yasak koymak
harman günü tufan gibi

ne kadar tanrıca
tanrım.



FAHİŞ

evrensel yasa üzre
bir kadın bir erkekle
n’olur ki sevişirse

belki düş kırıklığı

diyelim ki bir masal
yaşadılar yasakta

kim koymuşsa yasağı
bilinmez bilinir de

güzelim kadıncağzın
asıl adı zarife
nam-ı diğer fahişe

zarif, saygın
delikanlı, hovarda

bok yemenin arapçası
böyle oluyor işte
sözcüklerden dişisi
oluyorsa fahişe
ne denir erkeğine


ŞEYTAN AYETLERİYMİŞ

salman rüşdî denilen
hindingil kimin nesi

be hey ilim yoksulu
bre geç kalmış adam
bin yıllık bilineni
bir kez daha söylemek
amanın ne marifet

yürüyün efendiler
herkes kendi işine
tanrı türkü korusun
padişahım çok yaşa

ne gam ne dert efendim
millet götü kaybetmiş
iki lokmalık aşa

hamdüssenalar olsun
ermişiz hidayete
sentezimiz türk-islam
yok bunun antitezi
çin settinden cennette
çantada kekliğimiz

zındıklara bıraktık
fani dünya nemize
hurilerle yaşanır
mübarek gerdeğimiz


ARABMERİKAN

sevgiyi boğazla
güzeli unut
sübhanalllah very good
eğriyi hep sula
doğruyu kurut
hay maşallah vey good
yalanı yay hızla
gerçeği uyut
esteğzübillah very good
temizi karala
kirliyi durult
kerimallah verhy good
beynini kirala
için boş tut
baarekallah very good
mideni ayarla
ne bulursan yut
elhamdülillah verygood



NARGÜN

o gün uzaklardan uzak
bir yolu var cılgadan
böğründe bir kızıl nar
miniminnacık kocaman

sürgünlerinde yürekler
yapraklardan daha yaprak
"yarin yanağından gayri"
paylaşımlara özlemli
saklısında umut rengi

biz dünden yarına ferhat
sen dağlar içinde şirin
yollardayız bekle bizi
bilincin sevdası gelin


GÖZLERİ ÇOCUKLARIN

zeytin derdim ege'den
biraz uzak doğu'ya
birazı afrika'ya
bosna mezopotamya
gerisi kafkasya'ya

çocukların gözleri
neden zeytin dersiniz
sofranız kuşsütülü
mezeniz çocuk gözü

bayramlarınız olur
düğünler edersiniz
kınası kandan
"kandan kına yakılmaz"
bir gün göreceksiniz.


AY BEDİRSE

dağ yine sancılarda
ay yine yangınlarda
ben doğduğum köydeyim

dağ yine öyle dağlı
ay bağrından yaralı
çullandı yüreğime
dünü kanayan temmuz
ben beter yangındayım

yangınımı harlayan
yangınlarda bir ozan
canıma şiir okur
“yollar uzak
ay bedir
sırtımda gümüş hançer
yürürüm de ölemem
kan damlatır karanfil” *
behçet’in ayı, dedim
bıçkın şavkıyan aya
gülen behçetçe bedir

ay bedirse ölemem

yüreğimden sıçrar kan
ayın gözbebeğine
çapraz ihanetlerde
umutlar tuzak olur

gecede ırmak ağlar
önce seyhan
sonra akdeniz olur
çırpınır yürek yürek
varırı karşı kıyıya
bir beyaz bayrak olur


ŞAHİN GÜVERCİN

kanımdan rızıklanan
şahin teleklerinin
çizdiği güvercinin
kan olmasaydı rengi

savaş çağrılır mıydı
çocuklarımın adı



SAYDAM GÖSTERİ
TÜRKİYE - 1995

1/
ay inanmıyorum
kız hepsi senin miydi
kalıt mıydı anandan
erken sönmüş ampuller

kadehe vurdururken
sıra gelmezdi bana
söyle biberim kara
gönlünde zevk-ü sefa
kimler vururdu sana

bir uçkur çözümüne
endeksliydi düşlerim
sallardı piyasayı
acayip kliplererim
alem oydu kral ben
bandıra bandıra
babalar yedi seni

birazcık mazoşisttim
geçsin diye ırzına
dilimin bilincimin
demokrasi adına
özel kanallar istedim

kösnük buğulu barda
ovdum kasıklarımı
dokuz yüzlü karılar
sandım yastıklarımı

zapink reytink kovalar
çin çin meyve kızları
tutar furittirirdim
pişerdi apış aram
talk pudra niyetine
tolkşov sürerdim medyama

2/
gelişin dolar rengi
yeşertirdi içimi
kola gibi köpürürdü bir yerim
memelerin avucumda
mayonez kıvamında
bol ketçaplı hamburger
tadıydı dudakların
hızman küpemle söyleşir
biz koklaşıp anlaşırdık

blucin giydiğin gün
akrebim ateş çevrilir
intiharlara düşerdi
çaav bile diyemeden
çekip giderdin bir de
kafeler zindanım olur
küserdi arabeskim

yani hayret bişeydin
misafir geldin sana
börekmiş sizde adı
ilikli düğmelerin
çözdün şıkıdım şıkıdım
söktün kazaklarımı
çorap ördün başıma
işin aslı sevgilim
ze acayiptin

3/
her gece bar entelde
böğürdüm avaz avaz
-ben feleğin tekerine-
sokmuşken çomağını
yeni dünya mavalı
kanayan lengerime

meleştik özlem ciyak
-bekle bizi istanbul-
ah alaturka yosma
magandalarla yatıp
zontalarla kalkardı
serabıma atbaşı
sürerdi kör düşlerim

aynalarda göremezdim
kendimi bir türlü de
kıl olurdum bey abi
memleketin haline

rakı masalarına
yatırıp sorunsalı
aydın aydın becerir
sonra da bilgiç bilgiç
-nereye gidiş- derdim

gidişin gelişini
o gün de vardı gören
burun kıvırır geçer
-dinozor bunlar- derdim

4/
halkım hakka emanet
-bir nusubet bin nasihat-
dediler demesine
musibetin başını
en büyük baş ettiler

allah rızası için
sırt çevirdi bilime
felaketlerde en çok
kendi canları yandı
-azgın kullara ibret-
diye ilan ettiler
bakmayın siz onların
işler sarpa sarınca
-beyin bizler cahalız-
deyip kıvırtmasına
en ilmi (!) konularda
öyle dem vururlar ki
kısa-ı enbiya'dan
nutkunuz tutulur da
şapka çıkarırısınız

arzuyla gökyüzüne
baktılar vecd içinde
çünkü arş-ı ala'da
tekmil cennet kızları
bunlara göz ettiler

göre göre dünyayı
çevirip cehenneme
seraptan bir cennetin
tutuşup özlemiyle
düşlerinde huriler
yaşadı yaşamaksa
akıldane köylüler


GELDİK BU GÜNE

Etten kemikten bir sel
Köpürür sokaklarda
Çaputlu bürüklü yomsal
Kaşlar gözler kalça fettan
Dem vurur gezer namustan

Debelenir dururum
Arsız isterik hoppal
Cıvık yılışık yapışkan
Bir sürü çamurunda
Zavallı sakallı şapşal
Gaipçi meczup şarlatan
Mahluklar girer kanıma

Riyakâr takiyyeci martaval
Fırsatçı çıkarcı sırtlan
Çevreler üç yanımı
Entel boncuklu aptal
Aylak sorumsuz boktan
Yitikler çıkar seyrime
Çürütür bir yanımı

Sevgisiz suratsız Vandal
Yangıncı yıkıcı nobran
Medyalara düşerim
Gün döndüren sarışın bir zamanda
İçsiz çekirdek çitlerim
Karakışta yazlık bir sinemada

AĞLAMAK İNSANCA


kara kin utanca geb
gecenin sancısı dilsiz
engerekler ağzında
soysuzluğa çekilmiş
üç ay ışığı hançer
üç kez yırtılır karanlık
kıyısında üç al ışık

ölümü ürkütürken
yusuf hüseyin deniz
akbabalar tünemişse
mayısın göklerine
ve de insan iseniz
ucundan kenarından
bir de
adı varsa ağlamaların
göz yaşı mevsimidir
yoldaş olun bulutlara

ÖFKENİN 7 RENGİ

TAM DA ŞİMDİ

Günün çatısında baykuş
Kenarını hüzün kemirmiş bir ay
Sevinçler güz çimeni
Su/da hayal
Tam da şimdi öpmeliyim kaktüsü

Servilerin suretini yüklenip
Yel yepelek
Dudağından öpüyorken denizi
Unutmuş dağda gözünü
Yol görmüş bilge ırmak

Yüreğimle düşmeliyim yollara
Baş açık yalın ayak
Kan kokuları sürünmüş
Günsüz ölüm pazarlarken
Tarihten fırlamış hortlak

Tam da şimdi çözülmeli örgüsü
Kanlı karlarla yunmuş
Tımarsızlığa hükümlü
Munzur’un kızıl yelesi
Berivan kızın zülfü

Tam da şimdi sevmeliyim daha çok
Güvercin yarınlar için
Umudu dağlara düşmüş
Kimliği ölüm fermanı
Yaşamı sırtında kambur
Zulmün çatalında halkı

Kırbaçlanan ata ağlarken biri
Dökülen gözyaşlarında
Suya ermeli ayağım
Denizleri taşırmalı
Dalgalara kafa tutan bir damla
Tam da şimdi
Çığlık olmalıyım ayda


DAĞLARDA YAZI SOLMADAN

“ Henüz vakit varken gülüm ”
Nazım Hikmet
Havalanır Adana’dan koca
Bir tarla pamuk
Papaklanır dağlarının başına
Altında insanlar yaşar
Nasıl bir yaşamaksa
Yaşanır yaşanmasına
Kendin olamadan/da
Dağgülleri nasıl yaşıyorlarsa
Teneke saksılarda

Onlar ki direnmiş
Destan zamanlardan beri
Rus’un zulmüne
Başlarına ne çoraplar örülmüş
Alameti emperyalist farika

İnaklarından yemişler kazığın çatalını
Bir ucunda adı beye çıkmışlar
Kalın ucunda Osmanlı
Hainin iğvasına uyanlar çıkar elbet
İhanetlerini yazmaz onurlu hiçbir tarih
Ne ikinci ne de özyurtlarına

Adı karaya çıkmış denizin
Keşke bir dili olsa
Ve konuşsa
Anasının koynunda ölüsü kokmuş bebekler
Dağlarda yazı solmadan
Çölün örümcek ağını yırtsa bir çerkeskalem
Dillendirse Kafkaslı destanları
Uyandırsa Seteney’i Nartlar’ı

ATEŞİN SÖNMEZLİĞİ

Öz yurdumdan kovulmuşum
Denizlerde boğulmuşum
Dört kıtaya dağılmışım
Binlemişim Kafkasyamı

Gittiğim bütün ellerde
Estiğim özgür yellerde
Düştüğüm kanlı çöllerde
İnlemişim Kafkasyamı

Yurt edindiğim yerlere
Yayla tepe derelere
Odalara kilerlere
Sevdirmişim Kafkasyamı

Atlarımın sekisinde
Gönlümün ürpertisinde
Sevdaların terkisinde
Gezdirmişim Kafkasyamı

Kamçımın gümüş sapına
Koşumların tokasına
Yamçımın sıcaklığına
Gizlemişim Kafkasyamı

Mızıkamın nağmesinde
Oyunların büyüsünde
Maksime esrikliğinde
Düşlemişim Kafkasyamı

Umudun ölmezliğine
Özlemin dinmezliğine
Ateşin sönmezliğine
Közlemişim Kafkasyamı

Düğünlerde derneklerde
Sevinçlerde kederlerde
Ezgi ezgi perde perde
Söylemişim Kafkasyamı

Duygunun ipeklerine
Dağların çiçeklerine
Turnanın teleklerine
Sözlemişim Kafkasyamı

Guvaşe’nin sevdasına
Seteney’in kamasına
Nartlar’ın haylamasına
İşlemişim Kafkasyamı


GEBE GECELER

Ve kişnedi gecenin mimarı kısrak
İliklerinde tay meltem
Lale salınışında soluğu
Toynağı mor kıyısında
Akı karasının dulu bir yaşam
Nal sesleri aşka doğru

Ürktü düşleyip dünleri
Yük oldu yüreği ayaklarına
Burkuldu imarsız geçmişe dalıp

Salıverdi savrulan yelesini
Avunurken bin keşkeyle
Umudun yarınlı dalgalarına

Sesiyle kişner her kısrak
Karnında sakar bir tay
Alnında süzme fettan
Perçemine takılan ay
Yılkılar azmaz mı hiç

Kim kirletir söyleyin geceleri
Kim keser ipini ihanetlerin
Gecelerde kaç insandır bir insan
Hangisi çıkar sabaha
Aynalar kusmaz mı hiç


HİÇ NE KADAR

Nasıl da güldün o gün
Gül battığı yere kanar

Duvağından yeni çıkmış
Sarı bir gelinse ay

Doyamam gül işine
Kanamam hiç bir zaman

Nasıl da gündün o gün
Gün düştüğü yere kanar

Kabuğundan yeni çıkmış
Dağlı bir dilberse ay

Sayamam sevişine
Kanamam hiç bir zaman

Ne kadar dündün o gün
Dün gittiği yere kanar

Sunağından yeni çıkmış
Kanlı bir hançerse ay

Adanmam din işine
Kanamam hiç bir zaman


DANDİK BİR MASAL

Geriler’in Kara Şeri
“Bırak nazı meftunem
Ben Şerim’den ineyim
Sen de çöz liberini
Gel de halvet olalım”
Demiş bir liberAL’e
Baldudak şeri şeri

Liberal kıvırtarak
Kendince ince ince
Liboş hesap peşinde
Çözerek liberini
Demiş “AL beni al beni”
Hamle kılmış geline
Gözleri fıldır Şeri

Nâmesudken mesude
Mübarek bir zifafın
Çıkarırken keyfini
İnip sahibesinden
Atına binmiş hazret
Kılıncı çekip kından
Dehlemiş ŞeriATı
Dörtnala geri geri

Avunurken mehriyle
Muhterise Uyanık
Morartılmış tenini
İzlerken alık alık
Lâk lâk etmiş leylekçe
Ahali her gün gibi
Öyle ileri geri

ŞİMDİ

1/
Karnında kestanesi
Dal ucunda bir kirpi
What ilgi
Quelle alâka
Ne münasebet şimdi

2/
Bilgisayara uçmuş
Ölen virüsün tini
Var mı bir diyeceğin
Biyoloji bilimi
Hesaplar ters yüz şimdi

3/
Dil dile yüzyüzeyken
İletişimsiz insan
İnternet’çe sağlamış
Net’i bence şüpheli
Olamazlığı şimdi

4/
Ne çektiyse insanlık
Hep şu cep’lerden çekti
Apıştı karakutu
Göklerde yeni dehşet
Bip bipli cebel şimdi


ÖFKENİN YEDİ RENGİ

Ağaçlara düşüverdi Zerdüşt inanlı anka
Koru yapraklarda yandı
Zümrüte dönüştü güneş

Dağlara düşüverdi doğa oynaşlı yosma
Doruklarında morlandı
Döşlerinde süte dönüştü güneş

Ovalara düşüverdi başak yeleli kısrak
Teni toprağa kanadı
Algelinciklere dönüştü güneş

Bozkırlara düşüverdi çavlanı yalım ırmak
Batımında alazlandı
Yangına dönüştü güneş

Çöllere düşüverdi ıssızlığın narsultanı
Kızgın kumlarda yalandı
Kızılca bir buza dönüştü güneş

Denizlere düşüverdi Narkissos’un delikanı
Erguvana çalkalandı
Gecemavisine dönüştü güneş

Bir yerlere düşüverdi öfkenin yedirengi

Ağaçlar kendine bildi dağlar kendine
Ovalar kendine bozkır kendine
Çöller kendine bildi deniz kendine

Bilemedi birileri yürüdü hiçliğine


GÜLDİKEN

Körebe oyunlarında
Gökkuşağını dolayıp gözüme
Vaşaklarla oynaştım
Isırganotları aldım koynuma
Kadife gül niyetine

İmgelerle sırlanmış
Büyülü bir aynada
Venüs’ü gördü her biri
Her biri özüne yordu
Yazılmış aşk şiirini

Önce yaratıp yeniden
Sonra sevdim kadınları
Kendilerini sandılar
Benim kadınlarımı

Aşklar balon aslında
Kimilerini patlattım
Duman üfleyip içine
Saldım kimilerini
Renk renk balonlar
Şişirdim yeniden
Dörtmevsimbirçocuk gibi


TÜRKÜ - KÜRDÜ

Dil düşünce kendisidir insanın
Güzelliği renkleriyle sürerken

Söylenenler sözüm üste
Ünlerim türküleri

Türkü olsun kürdü olsun dilcanın
Yakılanlar anadolu tüterken

Söyleyenler gözüm üste
Dinlerim kürdileri

MASALAR

Dostluğa kızarırken damarlarımda akı
Sunulurken yürekler erenler masasına
Çoğaldım çoğullaştım
Kutsadım geceleri

Yozluğa bozarırken suratlarında rakı
Konulurken kimlikler mezenin tabağına
Azaldım azıllaştım
Yoksadım niceleri

Şiire kızışırken dudaklarımda yakı
Benlenirken imgeler aşkların yanağına
Çağladım çağıldadım
Yutmadım heceleri


GURBET O ESKİ GURBET

Otuz altı yıl önce salınmış sularına
Yana kana kanaya
İçmiştim pınarından

Asarak her dalına birer mendil gözyaşı
Bana bana tadına
Geçmiştim yollarından

Suskunluğu tetikte yılanı namludaymış
Çıldırdı çıngırağı
Kanattı bu gidişte

Derinimdeki nehre karıştı çocukluğum
Olup bir yanık türkü
Gülyangını hüznüyle

Kırgın yarım gönülle çağlayan bir ırmağın
Akışındaki hasret
Neyi nasıl anlatır
Yangınlarda bir güle

Kendi yalnızlığına kanatlanan kartalın
Uçuşundaki gurbet
Ne söyler ne söyletir
Kafeslerde bülbüle


BİR TURNA KADIN

Yarımlığıyla yüzleşir apansız
İki dize bir merhaba
Bir ozan soluğuyla

Gülü yangın yangını güle hasret
Eller ocağında yanar ateşi
Yarısına yaban yaşayan yarım
Küskün dudusuymuş külden dağların

Gönlünün kilidine sürülünce sözlerim
Bıldırcınlar kanatlanır bir yerde
Maral dizeler otarır dudağı
Dilpınarının başında şiirler

Öyle sar öyle sarıl
Kamaşsın kemiklerim
Öyle sev öyle dokun
Kemana dönsün bedenim
Öyle öp öyle öp ki
Yaya gerilsin tellerim

Turna aşkını desenler zamana
Sevdarengine boyar da günleri
Yazar baharını kışlar üstüne
Çağıl çağıl taşar gönülden kadın


SUYUNU GÜLLERE SAKLA

Rüzgârlar geri dönende
Bana esen bir yüzle
Kayaların kulağına fısılda
Nevruz gülüş taktığını
Dağların bakışlarına

Yağmurlar geri dönende
Bana duru bir yüzle
Derle tekil türküleri
Damlaların kulağına fısılda
Arıların ballı imecesini

Irmaklar geri dönende
Bana bilge bir yüzle
Gönenci kan dikenlerin
Kanama toprağına
Suyunu güllere sakla

Denizler geri dönende
Bana mavi bir yüzle
Dönek yakamozları geç
Yarınlara yar olacak
Ay doldur dalgalarına

Sevinçler geri dönende
Bana pembe bir yüzle
Sesle ormangönülleri
Çimen üste çiy gülerken
Bana çoğul bir yüzle gel

Gül hep aynı tende solmaz
Kendini açanda gün
Örgütle kışı baharı
Bana güneş bir yüz gel


TAM DA ŞİMDİ

Günün çatısında baykuş
Kanadını hüzün kemirmiş bir ay
Sevinçler güz çimeni
Su da hayal
Tam da şimdi öpmeliyim kaktüsü

Selvilerin suretini yüklenip
Yel yepelek
Dudağından öpüyorken denizi
Unutmuş dağda gözünü
Yolgörmüş bilge ırmak

Yüreğimle düşmeliyim yollara
Baş açık yalınayak
Kan kokuları sürünmüş
Günsüz ölüm pazarlarken
Tarihten fırlamış hortlak

Tam da şimdi çözülmeli örgüsü
Kanlı karlarla yunmuş
Tımarsızlığa hükümlü
Munzur’un kızıl yelesi
Berivan Kız’ın zülfü

Tam da şimdi sevmeliyim
Güvercin yarınlar için
Umudu dağlara düşmüş
Kimliği ölüm fermanı
Yaşamı sırtında kambur
Zulmün çatalında halkı

Kırbaçlanan ata ağlarken biri
Dökülen gözyaşında suya ermeli ayağım
Denizleri taşırmalı
Dalgalara kafa tutan bir damla
Tam da şimdi çığlık olmalıyım ayda


GÜLPENÇE

Pençen gül/dü yüreğimde
Açamaz gülün gününde

Kanayan her kızıl gül/de
Pençen güldü yüreğimde

Gözün gül/dü gözlerimde
Solamaz gülün gününde

Işıyan her ateş gül/de
Gözün güldü gözlerimde


GÜNEŞE YÜRÜYEN ADAM

Oğlak-kuzu otlatırken kurtları
Ağaç dalında dut yerken kuşları
Ve çimerken derelerde
Düşledi denizleri

İlkokul sıralarında cellat yüzlü
Derme çatma öğretmence
Karartılırken dünyası
Cennetten yer kapmak için
Bir imamın tedrisinde
Sökerken herkesten önce
Anlamadan elif be’yi
Çocuk aşkıyla düşledi
Sokaklarda oynamayı

Okuyup adam olmaya (!)
Yürürken belboyu karda
On beş gözü yaşlı saat
Ağzı oruç ve donarken elleri
Türkülerden soyunup
İçine dolarken gurbet
Anasının dayağını düşledi

Ev kaçkını yeni yetme bir ferhat
Sallıyorken balyozunu
Ve genç teri akıyorken
Sömürgen kesesine
Adl-i İlahi denilen
Büyük yalanı düşledi

Aç biilaç savrulurken
Barınaksız kentin sokaklarında
Kovalamaca oynarken satılmışın itleriyle
Hergün daha da ışırken bilinci
Bir batında üç kanayan şafakta
İnsan derisi bürünmüş
Sürüngenlere verirken
Kuşağından üç fidanı
Nazım’ın gözlerinde büyük hasreti düşledi

Kanayan ocaklarda
Direnirken zamansız ölümlere
Kurşunları söndürürken bedeni
Karartılan eylül sonu
Son kızılını giyerken kasımda
Onur’un yiğit Erdost'u
Fidanlar odun olurken
Temmuz yangınlarına
Şiire vurdu isyanı
“Sanılmasın kesildiler
Yarınlara adanmıştır
Che’nin onurlu elleri”
Diyebilmeyi düşledi

Abc’nin Ç’si dediler ona
Denizlerin özlemiyle
Sellenip akarken ömrü
Ne bilsindi dağlara kar
Yollara çığ düşecek
Ne bilsindi
Yıllar yılı kanayacak
Devrimcilerin dilleri

Payına düşen düştü
Güneşe yürüyen adam
Yüreği zaten dolu
Bir gün çıkagelirse
Çantası güneş dolu
Vallahi de şaşırmam
Yapar mı yapar deli



SORGUÇ

Süleyman’a secdedeyken mahlukat
Davudi bir sesle söylenir ninnim
Musa’nın elinde asa
Sıpa’nın sırtında İsa
Hira dağında pusuda Muhammet

Ötelerin gazabını haykırır
Ateşin hırsızına
Tanrılar tanrısı Zeus
Yehovanın Şahitleri kuşatır bir yanımı
Havariler sarar öbür yanımı
Sabırsız yolumu gözler
Arabatları sırtında
Yalınkılıç Sahabeler

Bekâret kemerlerine yıldırımlar düşesi
Dinlerin karanlığında
Göz açıp kapayana
Mağaramı perdeleyen örümceği
Aşmaya yetmedi gücüm
Onca yüzyıldan beri

Nasıl peydahlandı Musa
Meryem’in de vardır bir Firavun’u
Mesih İsa’dan kime ne
Asıl şairler piçtir
İşi neydi Freud’un bu dizede

İlk örtünen Sümerli Başrahibe
Uğraşı insanın kadim mesleği
Havva için mi soyunur bir yılan
Ne demeye çiçek açar
Ne kadar müstehcendir
Tüylü sulu bir şeftali
Umurunda mıdır postal sesler

Daim benini mi soyunur kadın
Neden çırılçıplaktır aynanın karşısında
Hangi sevişmeler orospuluktur
Etin okkası kaç para

Ferhat niye deldi sahi dağları
Bir ah’la mı dönüştü küle Kerem
Nasıl bir aşkın kurbanı mabette
Mevlana’yla halvetteyken Tebrizi

Kuyruğunu neden bırakıp kaçar
Kayada bir kertenkele
Bir akrep ne zaman sokar kendini
Kurbağalar ne zaman dalar suya
File kim fısıldar öleceğini

Balinalar neden intihar eder
Neden zıplar havaya
Suda bir yunus balığı
Köze basmış aptal gibi
Ya insanlar neyin telaşındadır
Gökler çiziyorsa kaderlerini

Güneş ne zaman hallaçtır
Bulutlar ne zaman pamuk
Ne zaman kopar kirişi
Ne zaman paslanır yay

Heradot kime dölledi tarihi
kimin uçkurunu çözdü iskender
neden böyle kalabalık
çanakkale bayırları

Cehennemden neden korkar yoksullar
Aklar mı aldatır mı
Ganj’ın bulanık suları
Hangi nehir akar gözüne doğru
Hangi taş yosun bağlamaz
Nasıl İngilizce bilir
Dağlı bir Pakistanlı

Ne zaman nankör zavallı
Ne zaman insandır insan
Ne zaman aş ekmektir
Ne zaman kanlıdır Fırat
Diller ne zaman çözülür ağıda
Türküler nasıl kanatır kendini
Suçsuzluğuna mı ağlar bir ırmak

Meşe ne zaman hükmeder demire
Ne zaman dost nasıl düşmandır ateş
Hangi yangınla karadır tarihe
Açdoyuran otluğunu unutarak madımak

Ne türden bir yaratıktır
Hangi anadan doğar
Ne zaman indi yaşama masaldan
Kendisiyle yüzleştiği için mi
Canavardan korkar insan


ÇOCUKTUM

Çocuktum uçardım geceler boyu
Uçardım düşlerimde
Ne çok kızardım Tanrı’ya
Cehennemi varmış diye
Terden don-gömlek giyinir
Yangınıma su serperdim
Anamın döşlerinde

Hem uyur hem uçardım
Hem görürdüm nasılsa
Sütle yunmuş sevgiyi
Günde üç öğün döven
Anamın gözlerinde

Çocuktum sayıklardım
Söverdim ana avrat
Başıma biten anam
Bismillahlar çekerdi
“Karakula görüyon
uyan çocuğum” derken

Çocuktum dövüşürdüm
Güçsüzleri alırdım
Devlerin ellerinden
Sevinç çığlıklarıyla
Fırlarken uykulardan
Başucumda bulurdum
Anamı hep gülerken


KAPRİSİ KARADENİZİN

Tıplamış burnundan düşmüş
Denizin
Bir bakarsın çarşaf sermiş
Ürgüler
Bir bakarsın karayeldir
Irgalar

Bir yüzü yeşili yamaçlarının
Öteki kaprisi karadenizin
Ben şemsiye açmasını bilemem
O yağacak zamanı
Havası uyy havası

İnadı uçurum geçer
Sevdalık arasına
Yürek kumsala savrulmuş
Balıklar pahasına

Fırtınalar koparır
Fındıkkabuğu suda
Kuşkusu korsan kaması
Yırtılır yelkenlerim
Ömrümüz kaç kulaç çeker
Tek yumurtanın ikizi
Mart ayı-sevgili yarim


GÖZLERİN

Göz değil senin gözlerin
Çöl kuşluğunda süzülen
Çatal kılıç çekmiş şahin

Göz değil senin gözlerin
Sis içinde ikiz çığlık
Közlere kesmiş özlemin

Göz değil senin gözlerin
Keşiş hilesi kuşanmış
Kerem yangınında gizlin

Göz değil senin gözlerin
Körük ağzında sabırsız
Ham çelik çifte hançerin

Gözlerin göz değil senin
İsyanın kadınca adı
Uçurumlarda gözlerin


ADRESİ ACILARIN

Cenhennemliktir doğuştan şairler
Adlarını hiç bir sütuna geçmez
Veresiye azap satan defterler

Acıların adresi ötelere yolcuyum
Yatmazlığım düne uyanmamaktır
Alların basmadığı uykuya nöbetteyim

Yüksünmeden taşırım odunumu
Yangınımda karanlığın suyu ısınır
Yasakların dalına asacağım donumu

Deli bir damla olurum ansızın
İttirip inakları cadı kazanlarını
Kızgın yağına damlarım yalanın

Buhurcular tütsülerken yaşamı
Yıldırımlara aşersin imgeler
Şiir emzirir güneşli zamanı

Dize namluyla gelince gözgöze
Günsüzlüğüyle yüzleşir körkurşun
Şifa niyetine kanar her dize


SAYIKLAMALAR

1/
Elden düşme bir umutla
Beş onluk harcayıp
İki solukta
Ellinci eylülü koydum hurcuma

2/
Anam en çok beni döver
En çok beni severdi
“İflah olmaz deli”ydim
“N’olacak halin” derdi
Kör koyunlar gözünde
Bir başak kılçığıyım

3/
Dünya bir meyhaneyse
Ve bir dünyaysa meyhane
Ne işim var bu hanede
Gidişim gelişimden
Daha saygın değilse

4/
Kırıkdüşler bütünüdür yaşanan
Kimisinin görmediği
Basan alı pembe görür kimisi
Kimisine aydınlık karabasan

5/
Turnalar nakış düşer
Gökyüzü kasnağına
Deseni göç
Rengi göçmen
Kirpiklerim kanat
Gözlerim göçmen

6/
Zaman günbatımıysa
Adsız hüzünler
Doluşur koynuma
Ay dediğin
Esmer tende
Beyaz ben
7/
Unuttum unutmayı
Gönül vereliberi
Şiir demini alsın
Semavere kondurdum
Haşarı sözcükleri

8/
İmgeler sarmaşığı
Sarılır aydalına
Dizeler gündoğdurur
Yarınların falına

9/
Üç bininci yılın tanöncesinde
Tamtam davullarına gerilir yüreğim
Sanal huriler uğruna
Yanar gözbebeklerim

10/
Bir ırmağın saçlarını taradım
Topuz yaptım gecenin ensesine
Kafdağı’nın yamacında
Kelebek ömrü biçildi gönlüme

11/
Es be allı poyrazım
Şöyle turna gönlümce
Arınsın dalyarınlar
Düncül çürümüşlerden
Dağların gözyaşıdır
Ağıtlarla çağlayan
Denizin özleminde

Günlerim gelmeze düşer
İnsanın sığlığında
Bütün akşamlar temmuz
Semah döner alevler
Kana kanmaz bin türlü
Dinlerin dölü kinler

13/
Tanrı’nın kara mandası
Ölmüş birinde günün
Yaş gönüne mahpuslayıp yaşamı
Asıvermiş güneşine çölünün

14/
Erilmez güneş gönlümü
Sürgün ettim gökyüzüne
Gökyüzü düşüverdi
Suyuyüzü gözlerine

15/
Evler göz göz
Gözler camgöz
Camgözler birbirine
Hesap içinde yangöz
Gözlere kıstırılmış
İçine akan gözler
Göz göze baka baka
Hangi gözleri gözler
Nasıl gözdeş olur ki
Dildeş olmayan gözler

16/
Kavağın yosmalığından
Rüzgârlar sorumludur
Yeller esmese de salınır kavak
Nereden bakarsan bak
Kösnüllüğü
Bir kısrak kutsayabilir ancak

17/
Boş yere sürtüklenme
Kırıtma yosma kavak
Koskocaman çakırgöz
Ateşten bakışını
Dikmişken üzerime
Kuşlar ninni söylerken
Bir yazın öğlesinde
Oynaşamam seninle
Bakışlarımla seviş
Ellerim bana gerek
Dokunma ellerime

18/
Alalacakaranlığın
Kırlangıç telaşında
Olamıyorsan bile
Binde biri kadar çırpın
Karanlığı yırtmak için

19/
Kırmızı, kan
Yeşil, serap
Tanımaz bir başka renk
Doğruluk simgesi deve
Velinimeti örümcek

20/
Aşkları düşlere kurban
Kızkurusu telaşında
Salınmalarda sokaklar
Her esen yelle oynaşır
Sürtünür bütün kuşlara
Yitik günler acısıyla
İçgeçirir kanatlara

21/
Einstein’ın olmadığı
Zamanlara rastlarmış
Aşkların atomluğu
Evvel zaman içinde
Bilinç saman içinde
Deve ninni söylerken
Örümcek hamak örmüş
Beyin tuman içinde
Bütün çiçekler orospu
Meyveler veled-i zina

22/
Rakıyı karalayan
Beyni karadonda softa
İster cennet ırmağında
Beş vakit yüzünü yu
İster kırklan zemzemle
Ağartmaz yüzünü su

23/
Şu küpü dolduran akça
Şu yayık yayan kalça

Şu küllerine yanan köz
Şu açlığa bağıran göz

Şu yatağa atılan kız
Şu zıpçıktı iri yıldız

Şu kaz çığlıklı molla
Şu bohçalanmış kafa

Şu aygır peşinde kısrak
Bu çürümüş akan ırmak

24/
Bir köpeğimiz vardı
Vara yoğa havlardı
Nenem kapıdan kovdu
Karnını bizden önce
Doyurduğu da vardı
25/
Zır dedi birileri
Körkuyularda biri
Çama çıkılırdı hani
Çam ağacı çam ağacı
Kirpiklerin gün eler
Yangınlarda kavrulurken
Yazgın ne çok bize benzer

26/
Göklerin sicimlerinden
Örülü ejderhalar
Akar dereler boyu
Günün karşı bayırında
Geçitsizliğim dolanır boynuma
Düşlerim kurur çeker
Islaklığa tutuklanır gözlerim

27
Pelteleşmiş gökyüzüne
Birazcık deniz katın
Maviye diş bileyen
Morarmışlara inat
Moru güllere bırakın

28/
Ellisine dayanmışken merdiven
Ev kaçkını
Sokak çocuğuysam ben
Yasaklı oluşumdur
Sokakta olmak varken

29/
Ha deyince atlanılmaz
Samur yele kısrağa
Geçti mevsimi çağlanın
Et kemiğe yakın gerek
İsterik aytabakta
Yebenisi kabarmış
Közüstünde kaburga

30/
Bar kümesin entelcesi
Gün batarken
Doluşur entelcikler
Dişileri gülük gülük yapışkan
Erkekler kabarır burunlar uzar
Nilüferlerle donanır bataklık

Gün doğar çırılçıplak
Bütün oyunu bozar

31/
Bir yudum dostluğun tadı
Artısı sevişmeler
Sevinç uğradı apansız
Tam da ben hüzünleydim
Biri gülen bir mavilik
Biri solgun bir mavişlik

32/
İnancım olsaydı hâlâ
Canınız cennete derdim
Tartışılır cennetliği
Elbette sizden sonra

33/
“Yalnızlık paylaşılmaz”
mış
Deme Özdemir Âsaf
Şair abi deme be
Kanama bağımlısı
Bölüşümsüz dünyada
Benim her gün kendimle
Paylaştığım ne

34/
Türküsüz türk
Ağıtsız kürt
Kansız faşist
Haramsız bir kapitalist
Doğmuşsa yeryüzüne
Ben dinozorum elbet

35/
Sözcükler dilini yutar
Çatkapı sevdalarda
Kardan gelinlik içinde ağaçlar
Benzer düşlerde kızlara

36/
Pire çıkarlar uğruna
Yakılır yorganlarım
Sırtımda deli gömleği
Kırk yamalı bir yaşam
Çekilir bir ipliği
Kalırım çırılçıplak
Köşeliye çıkar ismim
-Boyunuza boz iplikler-
Demeye varmaz dilim

37
Üşütülmüş günlerde
Örtüle yüreğini
Mey olup yaşam rengi
Islan dudaklarımda
Ak coş çağla durul durult
Ne yoğalt yarınları
Ne yarına bel bağla

38/
Karanlığa yumulunca gözlerim
Yüreğine daral gelir uykumun
Kişner eşinir tay gibi
Ilgar kızıltanlara
Alnında akıtma sakar
Ayaklar çapraz sekili

39/
Bir göçmenin gözleri olmalıyım
Kanatlarım hükmetmeli zamana
Geçmeliyim son dağı
Son göle varmalıyım
Yangınına su taşımalı gagam
Alevlerle sona koşan ormana

40/
Dolanırım ürkek deli
Yığınlı mekanlarda
Bebeksiz gözlerle
Süzer insanlar
Şiiri terkisinde
Doludizgin yüreğim
Dalgası yedeğinde
Başıboş bir tekneyim

41/
Yertanrıça’nın teri
Gözyaşı Göktanrı’nın
Birisi gri ağlar
Çimen çiçek güler biri

42/
Sevdası bohçasında
Bohçası dal ucunda
Gönlümü yoldaş alıp
Çiçeği dağa kaldırır
Dağlar konuk alınca

43/
Çine bir kafkas çiçeği
Akpınar’ın kıyısında
Torosların gelinciği
Çine Nimetti bozkırda

44/
İnsanlarım kurak bir çukurova
Yüreğim temmuzda ırgat
Yağlı kurşunlara gelesi günler
İlkyazı ağartısız anadolu eviyim
45/
Günevveli harcamış ateşini
Küllenmiş dağlı öfkesi
Yaslarda itten pişman
Karanlığa adanmış
Salyalı şölenlerde
Yozkurtlar uluşur yamaçlarında
Etekleri elden ele
Kirlenir gözdeleri
Dumanrengi peçelere bürünür
Yarasına kar basar
Susar Erciyes

46/
Rengine ağlayan bulut
Açıldığına yanan gök
Güneşin hırsızı ay
Asalağı gezegen
Doğumuna pişman bebek
Baharına düşman çiçek
Ne çıkacak dağım kaldı
Ne de benim bu kentler
Varoş koydular adını
Tükenen Anadolu’nun

47/
Hey
Dedi kağıt kaleme
Baharla yazla beni
Bağım ben bostanım ben

Uyandı yekindi kalktı
Deryalara daldı kalem

Hey
Dedi kağıda kalem
Ağırla nazla ben
Bağbanın ıssınım ben

Taylandı şahlandı kalktı
Bulutları çaldı kalem

48/
Sarılar giyindiğinde
Tırnakları bedenimde
Öyle bir kadındır iğde

49/
Su/da yürür dediler
İzini sürdüm sularda
Çöl oldum
İzini sürdüm suların
Göl oldum
Ne sularda izin vardı
Ne de sulardan bir iz

50/
Bir şiir ya/nar içimde
Kıpkızıl yarılır ya/nar
Çığlıklar ya/nar içimde
Dağılır avcumda ya/nar

ÖZÜR DİLEMEK

                                       ÖZÜR DİLEMEK

         Tarihin karanlığına terk edilmesi, insanlığın geleceği için zorunlu, insanlığın ayıplarından biri; birileri tarafından, cadı kazanlarında kaynatılıp kaynatılıp, yarınları haşlamak için tutuluyor, gündemde.

        Şu “soykırım” iddialara, sanıldığı gibi, Ermeniler’in de işine yaramaz. O zaman soru şu:

        Bu karşılıklı suçlamalar kimin ekmeğine yağ sürmektedir, kimin işine yarar ?
        Hiç kuşkunuz olmasın, emperyalist amaçları uğruna, o utanç tablosunu yaratanların.

        Bir taraf, “dinsel” değerleri de kullanarak emperyal dünya kamuoyunu arkasına almış, abandıkça abanıyor.

        Abanılan taraf, düşünceye, düşünen insana düşman, yasakçı, ceberrut yönetim anlayışı ile abanan tarafın değirmenine su taşıdı yıllarca. Taşımaya da devam etmekte direnen kesimler maalesef az değil.

        Sonunda, “Bu tarihçilerin işidir. Uluslararası bir tarihçiler kurulu oluşturulsun. Konuyla ilgili bütün arşivler açılsın, konu aydınlatılsın ve bu kanayan –birilerinin azimle kanattığı-  yarayı saralım.” deme yetkinliğini gösterildi.

         Geçmişte, emperyalistlerin oyununa gelenler, yine aynı odakların kışkırtmasıyla, yine onların çıkarlarına hizmet eden tavırlarla, konuyu, siyasal arenada tutmakta direniyor.

          Eğri oturup, doğru konuşalım: “Bu yara hepimizin yarası. Tarihsel gerçekler, tarihsel belgelerle günyüzüne çıkarılsın ve yarınları yeniden kuralım.” Önerisine karşı çıkmak hakça mıdır? Bundan kaçan taraf haklı mıdır? El insaf !..

          Aydınlar, hangi tarafta durmalıdır ?

          Aydın olmanın ölçütü, ellerindeki korkunç medya gücü ile dünya komu oyunu çıkarlar doğrultusunda yönlendiren egemen-emperyalistlere, şirin görünmek midir ?

         Kim haklı kim haksız bilemem. Bilinmesinin “bugün” kime ne yararı olur, hiç bilemem. Bildiğim bir şey varsa, bir tarafın “BELGELER” derken, haklı olduğunu savlayanların, belgelerden kaçtığıdır.

          Ki aynı çevrelerin, satılık kalemlere, sahte belgelerle, kitaplar yazdırdığı da “BELGELERLE” insaf sahibi her ırktan aydına, gösterilmiştir.

           Sorulmaz mı: “Madem belgeler önemli değildi de satılıklara sahte belgeler neden yazdırıldı?"

           Ey “aydın” kardeşlerim, tarihin, belgelerin bildirdiklerinin dışında bir şeyler mi biliyorsunuz da bizim haberimiz yok. Şu bildiklerinizi BELGELEYİN de biz de "aydınlanalım".  Yoksa, “günü kurtarmak-gündemde olmak adına” bu karanlık karmaşada boğulup gideceğiz hepimiz.

           Bu satırların yazarı, ırkçısı-faşistler tarafından kurşunlanmış, kevgire dönmüş bir gövdeyle inada yaşamıştır.

           O yaraları bedeninde onur madalyası diye taşıyan, hâlâ sorgulayan kafasıyla, dikine yaşayan;
sorguların, sürgünlerin sayısını unutmuş bir şairdir.

           Şu dizelerin de şairidir:

ÖTEKİ ANKARA

sürünle süremedin
itlerin ısırdı beni
ikimizin de kimliği
ciğerimde diş izlerin


yüreğimi kavurdun da
kaldırmadı kursağın
safranım atamazsın
ben seni tersinirim
boğaz’ın sularına
bulaştığın her şey gibi
daha da bir acılanır Marmara


düne sağır yarına kör
ya güne aksaklığın


“ne mutlu…” sundur hemi
sözün sahibi pişman
dağ-taş ferman buyurur
okşar derinliğini
gel beni bir daha vur


Bilmem anlatabiliyor muyum?


Bilal KAYABAY