www.google.com

bilalkayabay.blogspot.com

26 Eylül 2009 Cumartesi

ŞAİR, NEREDEN NASIL BESLENİR

ŞAİR NERDEN NASIL BESLENİR

Benim çok önemsediğim evrensel bir yasa vardır: Etki-Tepki Yasası. Yani "neden-sonuç" ilişkisi.
Her varlık aldığı etkiye, doğaldır ki kendi meşrebine uygun tepki
verecektir.
Alınan tepki, etkiye ve tepkiyi verenin özelliğine uygun değilse, ortada bir sorun var demektir.

Son model ultrasonik aygıtlarda, biyokimya laboratuvarlarında yapılan incelemeler, doktorun bir elinin parmak uçlarıyla karnınıza koyduğu öteki elinin üstüne tık tık vurması, verilen etkiye beklenen tepkinin gelip gelmeyeceğini anlamaya çalışmak değil midir?

Bir varlığın hangi etkiye nasıl tepki vereceğini onu kuşatan, yaşatan, besleyip büyüten ortamlar, koşullar belirler.
Bu değişmez şaşmaz dengeyi bozmaya kalkarsanız, aynı teraneyi çalanlarca bir süre alkışlanır -ki o alkışlayanlar ve o şakşakçılardır insanları mahfeden- sonra zaman denen şaşmaz yargıcın ipinde sallanırsınız.
Hâlâ sallanacak bir şeyiniz kalmışsa.

Tanpınar, bir değerlendirmesinde şöyle der: "Şiir, bir iç kale sanatıdır. Çünkü dil, aracı olarak değil; araç ve simge olarak kullanıldığı zaman milletin iç kalesidir. Böyle alınınca, bir milletin insanının, tarihinin, kültürünün ta kendisidir."

Herkes kendi ağıdını ağlasın, yani herkes kendi şiirini yazsın. Zorlamayla, bir iki -çeviri ya da değil- batılı kitap okuyup yeni ağıtlar düzmeye kalkışanların, kendi ağıdını ağlayanlara, yani kendi şiirini yazanlara afır tafır etmeleri de cabası.

Artık kendi ağıtınızı ağlayacak durumda da olamayabilirsiniz. Hani kocasını kaybeden kadın: "Kocamcııım kocamcım " diye ağıt yakarken, Hoca Efendi eğilip kulağına; "Kızım şu ağıdını doğru ağla" deyince, kadın: "Hocamcıım Hocamcım" ağıdına başlar. Hoca bakar ki kadının derdi başka : "Kendi ağıdını ağla kızım, eski ağıdını ağla" der.
Demem o ki, geleneklere karşı çıkmanın, yeni söyleyişler, yeni açılımlar getirmenin de bir ölçüsü, bir yolu yöntemi olmalıdır, vardır.
Ama onların derdi başka.
Özenecekler ki yaransınlar. Eee, yaltaklansın, yaransınlar ki günün birinde burunlarını medyada gösterebilsinler.
Az şey mi (!). ?

Yazılı-sözlü-görsel basın ötekilerin elinde.
İşin acı mı komik mi yanı da, çökelek çocuklarının çikolata çocuklarına özenmeleri. Elbette özenmelerinin nedeni var
Hani şu bizim "tuhaf" halkımız var ya, hani şu türkünün ve sözün en vurucusunu yüz yılların bin yılların memelerinden süzüp alan ama ne türküye ne o söze sahip çıkan, ne de arkasında duran şu "halk". Nazım'ın halkı. Ne diyordu Ustam:

"Akrep gibisin kardeşim, koyun gibisin." İşte bu halk der ki:
"Komşunun tavuğu komşuya kaz, gelini kız görünür."
Batılılar karşında aşağılık duygusunu bir türlü yenememiş şu bizim Tanzimat Kafalarımız,ah!
Bu toprakların insanlarının, Batı'yı öykünmeyeceği bir tek şey varsa o da şiir geleneğidir.

Ha! Bu ilişkiler, bu işler yalnızca biz de mi böyle? Tekmil dünyada böyle. Çekim merkezi kapitalist-emperyalist odaklar. Bu güçler yüzyıllardır, doğunun salt ekonomik kaynaklarını mı sömürüyor sanırsınız?
Hayır, en çok da felsefesini, bilimini kültürünü çalıyor, çarpıtıyor; sonra boyayıp doğuya dayatıyor.
Seni kuşatan, seni sarıp sarmalayan varsıllıklardan, seni sen yapan -ki en başında dil gelir- değerlerden habersiz, günün rüzgârıyla yelken açmaya kalkarsan, varacağın yerde seni kim ya da ne karşılar belli olmaz. Ne diyor şu bizim halkımız, gene ona başvuralım: "Zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına."

Üretir de arkasında durmaz, dedik ya, boşlukta kalmasın bari, alın birini:
"Balık baştan kokar."
Peki, bu can alıcı müthiş gerçeği bin yıllar içinden bin bir acı bedel ödeyerek çekip çıkaran halk, o kokmuş başa ya da başlara secde etmekten gayrı ne yapmıştır?

İşte halkımın çocukları da tutuldu ucuz medya rüzgârına, savruluyoruz. Çökelek çocuklarıyla, çikolata çocukları atbaşı. Çikolata arada bir iyi gelir de, çökelek ömür boyu temel besin kaynağıdır, vazgeçilmez.
"Bir şairin yaşantısı şiiridir. Ondan gayrısı olsa olsa dipnot olabilir."

Yevgeni Yevtuşenko
"Bir ozan, yaşamasına yansımış bütün duyarlıkların, bütün imgelerin çocuğudur."
Dağlarca
"Şair olmak isteyen bir insanın, her şeyden önce kendini öğrenmesi gerekir."

Arthur Haulot
Sözün özü, şairliğe soyunan, coğrafyasındaki masalları, halk hikâyelerini, söylenceleri, halk deyişlerini, deyimleri, atasözlerini, tekerlemeleri, bilmeceleri, ninnileri, ağıtları, halk destanlarını, manileri, türküleri, gelenek-görenekleri, inanç farklılıklarını, çeşitliliklerini, şiir geçmişini yani o toplumu o yapan tekmil birikimi yani kültürü olabildiğince tanımak, anlamaya çalışmak, özümsemekle yükümlüdür.
Bu yükümlülüğü yerine getirmek yetecek mi? Hayır! O kültürün yarattığı dili sevecek, ona saygı duyacak, koruyacak, geliştirip daha da güzelleştirecek, yüceltecektir.
Dilini bilmek zorundadır. Tanımadığınız, bilmediğiniz bir şeyin sınırlarını zorlayamazsınız. Oysa şair dilin sınırlarını zorlamak zorundadır.
Sağlıklı beslenme, yalnız bedensel olmaz, daha da önemlisi, zihinsel olmalıdır.

"Ne ekersen onu biçersin" der ya, atasözümüz; ekeneğin de hazırlanması gerekir.
O ekenekte, bir parçası olduğumuz evrene de yeterince yer ayırmak durumundadır, şair.

Üyesi olduğumuz insanlığın yaşadıkları, yaşayacakları, acıları, sevinçleri de ilgi alanında olmalıdır, şairin.
Yerelliği, ana sütü, temel gıdasıysa, evrenselliği de varsıllığı, gönenci olacaktır.

"İnsan olmadan şair olunamaz." der, bir Çin Atasözü.
Şiiri, insan yaratır, insan için yaratır, insanca yaratır. O zaman özünde, insan vardır, olmalıdır. Şairin temel besin kaynağı, doğuştan getirdiği "şairlik" yeteneğidir. Hamurunda bu cevher olmayanlar, söz cambazlığı yaparlar belki ama şair olmak başka şeydir.
"Şiirleri insan yaratmaz, insanın içindeki tanrılık yanı yaratır. İnsandaki bu tanrılık tarafta şiir varsa, ağzını açar, şiiri söyler. İnsandaki bu tanrılık tarafta şiir yoksa, şiir söyleyebilir, fakat o zaman, bunu yapmasa daha iyi olur."

YÜAN MEİ (1716- 1797)
Bunu söylerken, emeği yok saymıyorum kesinlikle. Biraz tanrısallık biraz insan emeği.Sağlam hamurla şair olunur da, salt emekle asla! Cevher olmayan toprağı ne kadar işlerseniz işleyin, ortaya bir ürün çıkmaz.
İş ki şair, içindeki çağlayana kulak versin. O çağlayan onun kafasını taşlara vura vura, her vuruşta bir şeyler biriktire biriktire dağarcığını doldurur, varacağı yere vardırır.
Karac'oğlanlar, Dadallar, Pir Sultanlar, Yunuslar ve daha niceleri çağıl çağıl nasıl akıyorlar yüz yılların içinden, bugüne, bugünden yarına!
Saygı ve sevgilerimle…

Bilal KAYABAY

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Yazar cok tesekkurler...

Selamlar Melek