www.google.com

bilalkayabay.blogspot.com

9 Ocak 2011 Pazar

SORDULAR SÖYLEDİK


                      TYS YILLIĞI İÇİN SORMUŞLARDI
A

            S-1 - 2006 yılında, Cumhuriyet'le sorunu olan bir iktidar beşinci yılına girdi.
Uzaklarda, biraz hayali olarak dövüştüğümüz ABD, somut olarak (kan ve ateşle) kapı komşumuz durumunda.
Türkiye'nin politik ve ekonomik durumunu, geleceğini bu ülkenin bir yazar/şairi/aydını olarak nasıl görüyorsunuz?

         Y-1- Bu sorunun yanıtı, çok kısa, çok uzun. Ben, şairce yolunu seçip diyeyim ki:

Arabmerikan

Sevgiyi Boğazla
Güzeli Unut
Sübhanallah Wery Good
Eğriyi Hep Sula
Doğruyu Kurut
Hay Maaşallah Wery Good
Yalanı Yay Hızla
Gerçeği Uyut
Esteğzzübillah Wery Good
Temizi Karala
Kirliyi Durult
Kerimallah Wery Good
Beynini Kirala
İçini Boş Tut
Baarekallah Wery Good
Mideni Ayarla
Ne Bulursan Yut
Elhamdülillah Wery Good

            S-2 - Geçirdiğimiz siyasal ve ekonomik buhranlara neden olan, "seçim" yoluyla gelmiş iktidarların geleni gideni aratır durumda. Yaşar Nabi Nayır, 1962 yılındaki yıllığında, okuma yazma bilmeyenlere oy kullanma yasağı getirilmesini savunmuştu. 10 milyonluk okuma yazma bilmeyen seçmenin belirlediği bir siyasal iktidarın ülkemizin ve çocuklarımızın geleceğini belirlemesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durumda "medya" denen basın yayın organlarının durumu sizce nedir?

         Y-2- Yaşar Nabi Usta, 1962’de “Okur-yazar olmayanlar, oy kullanmasın” demiş de acaba, günün okur - yazarlarını görse ne derdi?
Okur-yazar olmayan 10 milyonu, seçim dışı bırakarak seçim yapılsa, korkarım, sonuç bu günden de beter olur. Çevrenizdeki okur-yazarları görmüyor musunuz?
Burada şu yaşanmışlığı anlatmak gerekiyor:

         Çankaya’nın “ünlü sofraları” ndan birinde, “eğitim” tartışılırken; gene yalnız kalır Mustafa Kemal.
Masadakiler, “ne kadar eğitebilirsek o kadarı kârdır” demektedirler, ıkına sıkına.
Mustafa Kemal, “emniyet müdürünü çağırın buraya “der. Çağrılır ve adam gelir.
Paşa:     - Şu tavanda asılı olan nedir, çocuk?
Müdür   - Avizedir Paşam.
Paşa       - Aydınlatan nedir peki?
Müdür    - Elektriktir Paşam.
Paşa       - Elektrik nedir çocuk?
Bu soru sözü bitirir. Emniyet Müdürünün vereceği yanıt yoktur.
Mustafa Kemal, bu kez de, “Şimdi, Muhafız Alayı’ndan bir Mehmet çağırın bana “ der.
Asker gelir, selamını çakar, dikilir. Paşa aynı soruları ona da yöneltir.
Okur-yazar Müdür’ün veremediği yanıt;”okumaz-yazmaz” Memet’ten gelir.
Elektrik nedir sorusuna gelindiğinde, herkeslerin soluğu kesilmişken; Er Memet
bir solukta yapıştırır yanıtı:
- Neyüdüğü bilünmez, ettüğünden bellüdür, Paşam.

Paşa, gözleri ışıl ışıl,sevgiyle uğurlarken askeri, masadakilere dönüp:
“ Gördünüz mü efendiler! İşte sizin okumuşunuz, işte halk, der “ ve ekler:
“Bu millete ya adam gibi eğitim verin, ya da sağduyusunu almayın elinden”

Şimdi benim önerim –ki yıllardır böyle savunurum-, merkezi sınav sistemiyle seçilmeli, seçilenler de seçmenler de. Her kesime kendi alanlarıyla ilgili uzmanlarca hazırlanmış sorular sorulmalı. Seçilmek için yüz üzerinden, taban seksen; seçmenler için, altmış olmalı.

Bir zamanların başbakanı: “Odunu aday göstersem seçilir,” diye öğünmüştü. Haklıymış da, işte böyle olur. Nasıl mı? Seçilmişi odun olanın, seçmeni, çör çöp olur.

B

            S-1 - Türk Edebiyatı'nın bugünkü durumu  içler acısı. Binlerin altına düşmüş okur sayısı. Daha da kötüsü edebiyatın toplumun ana damarı olma işlevinden uzaklaştırılmış olması? Sizce bunun nedenleri ve çözümleri kısaca nedir?

         Y-1- Edebiyatımızın durumunu ülkenin öteki sorunlarından soyutlayamadığımız gibi, edebiyatçılarımızı da öteki insanımızdan soyutlayamayız. Bu ülkenin insanlarından böyle edebiyatçılar çıkar. Eee, edebiyatçısı bu olan toplumun, edebiyatı nasıl olacaktı.
Yazık ki bu ülkenin üretenleri (!) –sanat adına- Tanzimat kafasından bir türlü kurtaramadı kendini. Kafalar Tanzimat olunca da ortaya dökülenler, taklit olmaktan öte ye geçemiyor.
         Batılı gibi duyumsayıp, batılı gibi yazmaya debeleniyoruz. Çünkü batılı düşünemiyoruz. İşin korkunç tarafı, şu “medya” denen aşağılaştırılmış gücü de kullanarak, topluma dayatılıyor. “İşte şair işte şiir; işte yazar işte eser” Yersen. –Bu ara çok gündemde ya-.
         Yemiyorlar abi. Bu toplum çok şey yedi, yiyor ya işte bunu yemiyor. Yer gibi oldulardı bir ara, yedirmeye çalışanlar da tam gaz dayanmıştı, dibe köşeye itilmiş onurlu yazanların gırtlağına: “Biz demiştik.”  diye de, yemedi.
         Yemezler, çünkü yazılanlarda kendi yok. Hiçbir biçimde. Ne maddi ne manevi. Yani, ne ekonomik, ne politik, ne duygusal, ne düşünsel, ne anlatısal, ne dilsel... Bu halk yok Edebiyatımızda.

         Yok, çünkü yazanların çıkış noktası bu yurt değil. Bir zaman herkesler
alay ederdi, Boğaz’da oturup Anadolu’yu yazanlarla. Bu zevatın bir bölüğü, şişirmiş yelkenleri “küreselleşme” palavrasıyla, yandım Allah pupa yelken.

         Şu ikiyüzlü “batı” karşısındaki aşağılık duygumuzu yenemezsek, köprülerin altından daha çok sular akacak.
         Bir de, şu,   “sen ben bizim oğlan” zavallılığından bir kurtulsak diyorum.
Kurtulmak zorundayız çünkü “Körler görmeseler de yıldızlar vardır”.


            S-2- Bir yazarımızın Nobel Edebiyat Ödülü'nü almasına karşın toplumumuzda edebiyatımıza ve genel anlamda sanata karşı gösterilen bu kayıtsızlığı neye bağlıyorsunuz? Bu durumu aşabilmemiz için sizce neler yapabiliriz?


         Y-2- Şu “Nobel” çok netameli bir konu. Oralara pek dalmayayım ama bir iki laf edeyim:
Hani şu görmezden geldiğimiz halkın bir sözü vardır. Derler ki: “Keçi can derdinde, kasap yağ derdinde.”
         Aydını, yazarı, çizeri tarafından yoklanmış bir toplumun, Nobel’in “N” si nesine.
         Burada kafama takılan bir soruyu, paylaşmak isterim:
Yaşar Kemal’in Nobel'e adaylığı söz konusu olduğunda, bir Fransız gazetecinin sözünü, biraz da terslenerek: “ Ben, Kürt yazarı değilim; Kürt kökenli Türk yazarıyım.” diye düzeltmemiş olsaydı...
         Acaba diyorum, Orhan Pamuk’unki ikinci olur muydu?