www.google.com

bilalkayabay.blogspot.com

15 Ağustos 2009 Cumartesi

EVRENİN TOHUMLAR
TAHRİBAT DEVAM EDİYOR

Toplumların yaşamlarını etkileyen, köklü değişimlere yol açan olaylar, oluşumlar vardır.
Bu felaketlerin doğal olanları vardır, yapay olanları vardır. Gerçi son zamanlarda doğal olanları da
İnsan soyu hazırlamaktadır ya doymazlıkları, aymazlıklarıyla.

Bir kuraklık düşünün… Ülkeyi baştan başa kavuran… İnsanlık neyler eyler, yaşama içgüdüsüyle
Bir yolunu bulur; tutunur hayata. İnsanca bir imeceyle.

Bir sel istilası düşünün… Ülke baştan başa sular altında… Çamura belenmiş koca bir dünya…
İnsan soyu kenetlenir, teslim olmaz çamura.

Bir yangın kuşatması düşünün… Alev diller yalar yutar her şeyi… Uzanır insan eli sarar yaralarını.

Bir zelzele düşünün… Ovalar denizlere, denizler dağlara, dağlar derin vadilere dönüşür… Coğrafyası
alttan üste değişir; insan oğlu acısını bölüşür; yeni coğrafyada yeni yurt kurar.

Bir soysuz savaş düşünün… Bebe belik, yasa kural tanımaz, akıl almaz acıların canavardan anası.
İnsan yine de insan “ötekiler” e rağmen, omuzlar acısını. Bir biçimde onarır onurunu.

Bunca yıkım karşısında insan yitirmez özünü. Dayanır, dayanışır, daha da insanlaşır, aynı dünyayı paylaşan “hunhar” a karşı.

Vurgun yiyen toplumlar, zaman içinde yaralarını sarar, acılar küllenir, özdeğerlerine acılı, sancılı da olsa yavaş yavaş döner.

12 Eylül Dönemi, yalnız Türkiye Tarihi’nin değil, insan tarihinin yüzkarasıdır.

12 Eylül Vurgunu, toplumun bütün değerlerine, bütün demokratik kazanımlarına saldırdı. Öyle bir
saldırı ki doruktan dibe inanılmaz bir deprem gibi insanların coğrafyasını değiştirdi. Toplumsal topografyasını
alt üst etmekle kalmadı, insanların kimyasını bozdu.

Tabutluklardan, 6-7 Eylül olaylarından, emekleyerek, sürünerek ayağa kalkmaya çabalayan insan
onurunu kana çamura buladı. Öyle bir tohum saçtı ki topluma, yavruları kendinden daha korkunç, daha
yıkıcı, daha saldırgan, daha arsız, daha tehlikeli.

Yazarını, çizerini, medyasını yetiştirip saldı piyasaya. Öyle bir salma ki, hiç bir evrensel- insancıl
yasa kural tanıdığı yok.

Yeni yeni toplum olmaya başlamış bir topluluğu, topluluk olmaktan da çıkarıp, bir birlerinin üstüne
tırmanan, bir birini üç paralık çıkarı için ezen, en mahrem, en kutsal şeylerini uluorta pazarlayan bir tarifsiz
yoz sürüye çevirdi.

Bu kotarılmış garip sürü üzerinde tepinip köşeler dönüyor, ünleniyor, ünlendikçe azıtıyorlar.
İş öyle bir hal aldı ki evrenin tohumlar gözü dönmüş biçimde birbirlerine düştüler. Karşılarında kimse
yok. Sıkıntıdan mı, “artizlikten” mi, reklam olsun diye mi, müşteri kızıştırmak için mi, çeşit olsun için mi
bir birlerine saldırıyorlar.

Ellerinde malzeme bol. Şu tuhaf halkı hem her türlü beceriyor hen ilahları oluyorlar. Allah Allah ki
Allah Allah. Böyle halka pes vallah.
Bu her türden “sanatçı-siyasetçi” zırvaları gübre yerine mi geçiyor nedir, sürünün verimi artıyor.
Tohumlar her bakımda şişiyor da şişiyor. Patlatmak bize düşüyor. Sonra da lağımı temizlemek gene bize.

TV ekranlarında, sabah akşam gün boyu, neyidüğü bilinmez –bilen bilir aslında- ne kadar çürümüş,
kokuşmuş varsa, halkın ensesinde boza pişirir.

Dizi dizi diziler, cıvık yılışık yavşak oyunlar, kurmacalar… En ciddi sorunların yozlaştırılmış, sulandırılmış sunumları.

İçinden insan kovulmuş filmler, oyunlar oyunlar oyunlar. Bütün bu rezaleti ağzı açık seyreden, seyrettikçe alçalan, alçaldıkça soyulan, soyuldukça aç kalan, aç kaldıkça dilenen, dilendikçe şükreden
Sürüm sürüm sürünen, sürü sürü sürülenler, 12 Eylül’den sonra çoğaldı.

Üniversiteli kızlara, sokakta tvciler soruyor. Zırvalayanların, zırvalarının hesaba gelir yanı yok.
Genel Kurmay Başkanı’nı, siyasi parti başkanı sanıyor. “ Hakkında yorum yapmak istemiyorum ama
Oyumu ona vermeyeceğim.” Buyuruyor. Yaa!
Bi zamanların Genel Kurmay Başkanı’nın ürünleri bunlar. İzlediyse keyiften sekiz köşe olmuştur “netekim”.

Bütün darbeler, işbirlikçi sağ politikaları kurtarmak için yapılmıştır. 27 Mayıs hariç değil. Göstermelik
bir demokratik haklar verilmiş gibi yapılmışsa da ardından yapılan anayasayla, elindeki nimetten yararlanacak
bir toplum olmadığı için bir işe yaramamış; toplumun bilinçli kesimleri de bilinçli ve sistematik olarak ezilmiş,
imha edilmiştir, 12 Martta.
Balyoz Harekâtları topyekun imhaya yeterli olmadı inancıyla 12 Eylül gerçekleştirilmiş; “temizlik işlemi”
tamamlanmıştır.
Şu ara ortalıkta, sulandırılıp durulan “ergenekon” oyalamasına, oyununa dikkat! Varlıklarını, askeri
müdahalelere borçlu olanlar, nasıl yakınır sızlanabilirler o müdahalelerden. Sizce de bir abukluk, bir terslik
yok mu bu işte.
Birileri müdahaleye niyetlenmişler diye trajikomik bir gözaltı, sorgulama, tutuklama sürüp gider-
ken, ülke tarihinin en utanç verici en gaddar en soyguncu müdahalesinin sorumluları ve onların çürük yu-
murta kılıklı köşedönücü medyatik tohumları baştacı edilmekte. Çünkü evren ve tohumlar bunların veli-
nimetleridir.
Yalandan hırlaşma numaralarına bakmayın.

ÇÜRÜK MOR

ÇÜRÜK MOR


Ülkede seçim yapılmış. Daha bismillah demeden hazretler ekranlarda boy gösteriyor.
Muhalifler sandık güvenliğinden, seçimlere hile karıştırma olasılıklarından, söz ediyor.

Bu durumda, yürütmenin başına düşen, hemen ilgili birimleri göreve çağırmak;
herkesin kaygılarını giderici açıklamalar yapıp, adımlar atmaktır.

Ne bileyim "Bütün dünya kamuoyunun gözü üstümüzde. Demokrasi sınavı vermekteyiz.
En küçük bir kuşku yaratacak davranışta bulunan kim, hangi partiden olursa bedelini ağır öder.
Muhaliflerimizin içi rahat olsun. Bu güvenliği sağlamak bizim namus borcumuzdur."
Gibi bir açıklama. Ne gezer.
Kuşandı silahları ve yeni buluşu olan yeni "rengin" ip uçlarını vere vere başladı
yaylım ateşe. O kendine yakıştırdı, biz yakıştıramadık "bir başkana".

Daha doğrusu bir başbakana yakışan budur. Budur da hazret "başbakan" değil;
sözüm ona Kasımpaşalı'dır. Başından beri yaptığı gibi, çömezlerini elinin tersiyle süpürüp -sevgili dostu Amerikalılara bunu süpürtmemişti- aldı sazı eline, saydı döktü, ne gelirse diline.

Seçim sonuçları kesinleşme noktasında, yine arz-ı endam eyledi ekranlarda.
Bu kez yüzünde yeni bulunmuş rengiyle göründü.

Aman tanrım !... Böyle bir "mor" görmedim hiç ömrümde. Ki ben renklerin
yurdundan geliyorum. Kafkaslar'dan, Kaçkarlar'dan, Binboğa'dan, Toroslar'dan.

Yüzünde"tayyip moru", öfkeden kudurmuş, içine akıtmakta çok zorlandığı
ağıyla söyleniyor:

"Anlaşılır gibi değil, falan illere, filan yörelere o kadar yatırım onca hizmet
yaptık, beklediğimizi alamadık." Sadakayla yaşamını sürdüren, nankörlük yaparsa bu öfkeyle karşılaşır. Bre nankör, bre soysuz, bre namussuz diye basar ya feryadı sadak veren,
aslında kendini tatmin etmek isteyen, desinler için sadaka dağıtanlar.
Bu, sadaka kültürünün doğal sonucudur.

Dilinin ucuna geldi geldi söyleyemedi, bütün bunlar. "Gözünüze dizinize dursun dağıttıklarım. Ulan eğer elimde olsa evlerinizden, yollarınızdan birer birer alır verdiğim sadakaları, meydanlarda yakardım ibret-i alem için" diyemedi. "Ben bu millete -ananı da al
git- demek de haksız mıyım" geldi gitti diline... diyemedi.

Bütün bunların sonucu "o renk" çıktı ortaya: RT Moru
Evet bu mor, içten çürümenin dışa yansıyan rengi.