www.google.com

bilalkayabay.blogspot.com

3 Haziran 2010 Perşembe

NAZIM BU GÜN "Merhaba Kâinat" DEDİ.

NAZIM'A DAİR


                            KOMÜNİST NAZIM HİKMET

          Gazeteciliğin şu ünlü sözünü bilirsiniz: Hani köpek insanı ısırırsa sıradandır da, insan köpeği ısırırsa haberdir.

          Yani, aç açık, yoksul baldırı çıplakların komünist olması doğaldır. Bu gün hiç de böyle olmadığını yaşayarak biliyoruz. Çünkü bu zavallıların kafası karınlarından da aç. Kafaları kendilerinden de yoksul.

         Yoksulun kurtuluşudur komünizm. Peki, paşa torunu, baştan ayağa yetenek, yaratıcı, üretken, fena halde yakışıklı birinin komünist olması, bir insanın bir köpeği ısırmasından daha çarpıcı bir durumdur.

          Komünist olmasaydı, dünyanın her türlü nimetinin en tepelerde tadının çıkara çıkara yaşayacaktı.

          Bu olanaklara sahipken, neden bir ömür kendini acılara, sürgünlere, zindanlara mahkûm etti. Evet, O, etti. O biliyordu olacakları.
         1950 Temmuz Genel Af'la salıverilmişti de Nasıl? Meclis'te yasa görüşülürken, bakın neler "havlamış" milletin vekilleri:
          Şevket MOCAN
          "Ben, komünisti, siyasi mahkûm telakki etmiyorum. Komünist bence hain-i vatandır. Hükümet, bu af kanunu ile beraber, bir satırlık "komünist hain-i vatandır; cezası idamdır" diye sarih bir kanunla buraya gelmeli idi" buyuruyor.

          Ahmet Gürkan
         "Bu uğursuz kızıl kuduz, Türk milletine hırlıyorken, onun ağzından çıkanları yalayanları, elbette tecziye edeceğiz.

          Af yasası görüşmelerinde, meclis kürsüsünden böyle uluşan itlerin yaşadığı ülkenin genelini varın düşünün.

          Amerika'da esip savuran Mc Carty fırtınasının üç beş katı burada esiyor. Herkes komünist avında.

         Peki, bu koşullarda kim komünist olmak ister... İnsanlaşma sürecini tamamlamış, yetkin, aşkın, bilinçli, yüce gönüllü, baştan ayağa sevda, yani baştan ayağa "insan" biri. İşte size Nazım.

         Anlayacağınız, bu ülkede Nazım'ın olacağı en son şeyi seçti. Komünist oldu.
         Aklından zoru mu vardı. Belki... O bir "devdir" mini minnacık dünyalara sığamaz ne ki.

         Bakü'de bir otel odasında, kendini çektiği, insanın kanını donduran, müthiş, muhteşem bir sınav vardır. Bu sınavdan başarıyla çıkar ve kararı kesindir: "Evet, bu yolda yürüyeceğim !"

          Moskova'dan, yurda dönmektedir. Ülkenin durumunu iyi bilmektedir. Mustafa Suphiler ve adı biraz sola çıkmışlara yapılanlar ortadadır.

          Otel odasında düşünür: Bana yapacakları en büyük kötülük ne olabilir, ben neye katlanamam? Organlarını birer birer gözden çıkarır. Hangisinden ederlerse beni, yaşayamam diye. En korkunç en dayanılmaz, en acı, gözlerinin oyulması gelir Nazım'a.

          Sonra kalkar, gözlerini mendiliyle sıkıca bağlar. Başlar odada dolaşıp bir şeyler yapmaya. Önce döker devirir. Yıkar yıkılır. Derken bir kaç saat sonra, devirdiklerini toplar, sağa sola çarpmadan, kör kör yaşamaya alışır. Müthiş bir zafer çığlığı atıp kararını verir. "Evet, bu yolda yürüyeceğim !"
          Bakın siz şu Komünist'e !..

          Bir de kendilerini aydın, ilerici, devrimci, demokrat sayanlara bakın. Üç paralık ün, iki paralık çıkar uğruna ne taklalar atmaktalar.

          Ağababaları, şiir öyle yazılmaz, böyle yazılır, diyor; askerler, irili ufaklı, emir-komuta zincirinde diziyorlar dizeleri. Tek tip ve bir örnek.

           Şiirin, slogan olmadığını herkesten çok Nazım bilir. Nazım bunu bilir de "mini minnacıklar", şiirin ne olmadığını nereden bilsinler. Şiiri sulandırıp bulandırıp, buğulu sözcüklerle buğulu camlara yazanların adları şaire çıktıkça, daha da anlam kazanıyor Nazım'ın Kızıllığı:

"kardeşlerim
sıska öküzün yanına koşulup
şiirlerimiz
toprağı sürebilmeli;
pirinç tarlalarında
bataklığa girebilmeli"

          Bu dizlerde, ne şairanelik, ne tumturaklı bir deyiş var. Dupduru çağlayan, insanı yakalayıp yakan yalın bir şiir var.

"Bu ne mene gidiştir ki
Taranta-Babu"

          Dediği gibi, bu ne mene gidiştir ki atın önünde et, itin önünde ot, yılanlar kışın da girmez oldu deliklerine. Bir dünya düşünün ki insanlığın ve çoğunluğun yararına, akıl almaz acılara göğüs geren, aynı çoğunluk tarafından lanetlenmektedir.

"koyun gibisin kardeşim"
"akrep gibisin kardeşim" dedirttiler sana da bu akreplerin zehri kendilerinden çok bizi öldürüyor.
           İnançlı, ödünsüz bir komünist olarak Nazım'ın davası kavgası insanlıktır. O nedenle, birilerinin neden "bizim için" yazmadı diye saldırmalarına güler geçerim.

O, üreten bütün insanların kardeşliğini, paylaşımını, yeryüzünün mutlu emekçiler cenneti olması için yazdı. Elbette gönlünün önceliği yurdundan yanaydı. Bu da son derece insanî bir haldir.

"benim orda
aslanın ağzındadır ekmek
ejderler yatar başında çeşmelerin"

        Pırıl pırıl bir söyleyiş. Komünist bir şairin sözü.

"kimi insan ezbere sayar
yıldızların adını
ben hasretlerin"

             Ne diyor türkü: "bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm"
Ölümle, yoksullukla atbaşı giden "hasretlere" neden katlandı bu adam?

           İşte yanıt:
"Ben 1923'ten beri Türkiye Komünist Partisi üyesiyim. Övündüğüm tek şey budur."
Nazım'ın övündüğü bu "tek şey" nedir:
           "Komünizm, Muhammed'in cenneti gibidir. Bütün insanlığın insanca mutlu yaşayacağı bir dünya."

           Öyle bir dünyanın yaratılması, insanlığın insanlaşma sürecini tamamlaması, gücü kadar üretip, ihtiyacı kadarına gönüllü razı olması ile olasıdır.

"insanlar için ölebileceksin
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken
hem de en güzel, en gerçekçi şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde"

Diyen Nazım bir de diyor ki:
"Sosyalizm, devirmek dağları elbirliğiyle, ama elimizin özbiçimini, özsıcaklığını yitirmeden."

2 Haziran 2010 Çarşamba

ŞİİR FETİŞİZMİ

                        
                                 ŞİİR FETİŞİZMİ

          Şiiri, ben var ediyorum. Şiir, beni var etmiyor. Ben şiir olmadan da varım. Ben var olduğum için şiir var.
         Ben, insanım !
         Kendini şiirle var edenler ya da var olduklarını sananlar, şiir adına burunlarından kıl aldırmıyor, şiiri, hangi ulaşılmaz kutsallığa yerleştireceklerin şaşırıyorlar.

        Psikolojide bunun adına ne deniyor. “Savunma Mekanizması” mı. Yani kişi kendinde olmayan ama olmasını şiddetle istediği bir takım değerleri başka şeylerden ya da kişilerden sahiplenir. Kendini onlarla özdeşleştirerek egosunu tatmin ederler.

        Şiire tapınan, onda bütün değerlerin ötesinde bir sihir vehmedenlerin çoğunun şiirinin değeri de kendinden menkul denilen türdendir.

        Aslında önemsedikleri, önemsetmeye çabaladıkları, zavallı kendileridir. Bunu doğrudan söyleyemedikleri, söyleyemeyecekleri için, şiirin arkasına saklanırlar. Arkasına saklandıkları şiir de ıkına sıkına, zorlamayla dizilmiş, dizeciklerdir. Biraz dikkatle bakılırsa arkasındaki saklanmaya çalışan o abuk sırıtık, yılışık surat görülür.

          Biraz daha dikkatle ve insafla bakılırsa ne öndekinde ne arkasındakinde insana dair bir şey olmadığı da görülür.

           İnsanın yarattığı, insana ilişkin bir üründe insanın olmayışı, içinde atan bir yüreğin bulunmayışı hangi “şiir aşkı” ile açıklanabilir.

           Sözcükler, takla atar, amuda kalkar, telde yürür, trapezci olur, buz dansı yapar, su dansı yapar, kanatlanıp uçar, yelkenli-yelkensiz deryaları geçer, daha aklınıza gelmeyecek gösteriler yapıp, bin bir kılığa girer.

           Bütün bunlar insana özgüdür, insan hüneridir. Sözcüklere bunları yaptıran da insandır.

           Bütün bu gerçekler ortadayken, insana yabancılaşmış, insansızlaşmış, söz cambazlıkları nasıl oluyor da şiir oluyor.

            Elbette bütün bu maskaralıklar şiir olmuyor. Olmuyor ama birileri illa oldurmaya çabalıyor. Hatta dayatıyor: Şiir budur, diye.

           Çünkü o güç, şiirin, insanı silkeleyip uyandırdığını iyi biliyor. İnsanın uyanmasının da soysuz-soygun düzeninin sonu olacağını biliyor.

           İşin kötü yanı, bir takım zavallıların, zavallılıklarını örtüp, kendilerini var etme adına bu ucuz oyunun figüranı olmaları. Hem öyle bir adanma ki bu, figüranlıklarını unutup “esas oğlan-esas kız” havalarına giriyorlar.

            Hangi bedeli, nasıl ödüyorlar ki; patronlar, bunları böyle önde, gündemde tutuyor. Ne kadar tutulacakları da belli değil.

             Değil, çünkü patron kullanır atar, yerine onlardan daha ateşli, gayretli satılmışlar bulur. Bulamazsa, yaratır