www.google.com

bilalkayabay.blogspot.com

16 Ekim 2011 Pazar

AYIP


                                                      AYIP

       Ayıptır, beyler beyefendiler , hanımlar hanımefendiler, ayıp !..Kargayı, kanarya; beygiri küheylan diye yutturmaya kalkmak ayıp, dayatmak daha da ayıp.

      Yanlış ellerde, kanserden, vebadan ve bilumum bilinen bilinmeyen musibetlerden daha musibete dönüşmüş medya, 7 gün, 24 saat, 365 gün 6 saat yapıyor bu ayıbı. Ayıp ayıp !..

        Haftanın her günü, kanal kanal dolaşıp, hiç bir şey söylemeden, saatlerce aynı teraneleri sıralamak ayıp.

        Bir cümleyle apaçık dile getirilecek konuyu, sayfalar dolduracak kem kümlerle sündürmek, kafaları daha da karıştırmak ayıp. 
       Nerede bir etkinlik, bir söyleşi var oraya maydanoz olup, ezberini tekrarlayıp durmak ayıp. Gezici kör hafızlara taş çıkartmak daha da ayıp.

     TV'lerde alenen “kadın” pazarlanıyor. Bu eylemin adı pezevenkliktir. Pezevenklik suçtur ama suçtan önce ayıp. Hiç bir görevli-yetkili çıkıp da “destuuur” demiyor. Türbanı tak, dalgana bak hesabı.Bu da başka bir ayıp.

     Reytink uğruna, aşağılık mizansenler uydurup dayanıyorlar ağzı açık gözü kapalı millete.Kimsenin gıkı çıkmıyor. Ayıp.

     Haa şu “reyting” denen meret ne mene şey ? Herkesin ağzında da aslını bilen kim. Reytink, para demektir kardeşim para... Anladınız mı şimdi kaç paraya satıldığımızı. Anlamadıysanız, ayıp.

     Bu Allahı para kapitalizmin en büyük oyunu: –en aşşağılık en korkunç oyunu- Kavram karmaşası yaratmak. Kavramların içini boşaltıp, paraya dönüştürebileceği şeylerle doldurmak.

     Bir eski cıvıtıcı cıvık, bir ara açlık maçlık numaralarına yattı, cıvıklığında kendi de başlayınca boğulmaya.  


     Grev numarasından aldığı hızla bir zaman sürüdü postu. Arkasından gelenlerin arkasına düşünce, kendinden daha yalak yavşak cıscıvıklara kaptırınca ekranları ve de kendi bataklığına gömülünce ağzına kadar, şimdilerde başka numaralar deniyor. Ayıp !..

     İnsanın, toplumun yozlaşmasını, sulandırarak, cıvıtarak, hedefinden saptırıp eğlencelik, seyirlik hale sokmak ayıp.

     Şimdi bu da nereden çıktı demeyin. Ayıp toplumların anayasasıdır. Bu toplum size yani medyaya rağmen, hâlâ insan kalabiliyorsa kalabildiği kadarıyla, engelleri, yasalar değil, ayıplardır.

     Halkın şu sözüne dikkat:  "Allah'tan korkmuyorsan, kuldan utan."
     Utanmayı, yani AYIBI, en korktuğu gücün, Allah'ının önüne koyuyor. Bir şey anladınız mı !..                

     Herkesler iyi biliyor ki; yasalar, yasa koyucunun ve uygulayıcının kafasına göre kıvırır göbek atar. Bakmayın öyle herkeslerin “Yüce Türk Adaletine inanıyorum “sallamasına. Kimselerin inandığı falan yok. Üstelik buna hakları da çok. Bunu ayıplamak da ayıp !..

     Bu toplumun sorunu “ayıp”. Ayıptır be kardeşim ayıp… Kalması gereken yerlerden kaldırdınız, kalkması zorunlu yerlere kondurdunuz,koruyorsunuz.

     İbret-i âlem için gözler önüne serilmesi gerekenlerin gizlenmesi ayıp. Söylenmemesi gerekenlerin, uluorta ortalığa dökülmesi, söyleneceklerin unutturulup, kilitler altında uyutulması ayıp.

     Anadolu insanı, böylelerine "Ar namus tertemiz" der. Ar namusu olmayanlara ayıptan söz etmek de epeyce ayıp.

     Bu ayıp da bizim olsun.
                                                                                                               Bilal KAYABAY










15 Temmuz 2011 Cuma

DÜNYA GÜZELİM BENİM

Kimsesiz dünya güzeli karayazgılı yurdum
Irzına musallat ne çok soysuz var
Fidanların yakılıyor anaların bağrında
Ezber talimindeler  tivi papağanların
İğreti kalıp laflar sorumlu ağızlarda
Çemkirdikçe coşuyor ekranda zağarların         

14 Temmuz 2011 Perşembe

EYLÜL PARK VE...

yılın son eylülüydü
sarı kanayan parkta
yağan yağmur koşan ben
koşan yağmur yağan ben
toprak kan ter içinde
yüzümde sel kanadı

intiharında kirpisi
yaslı atkestanesi
şapka çıkardı güne
en sıkı palamudu
öffke hışşladı meşe
sözümde yel kanadı

bulutlayın ağdı göğe
gözleri çocukların
mayınlar açtı dağlarda
gözümde gül kanadı

duvağını kefen yaptı
yüreği türkü gelin
ezgiler hançer kıvamı
mızrapta tel kanadı

neron ateşine yanar nevruzlar
demir cansuyumda cosslar
kanı kanla yumalarda
anadolu'm emperyalin keyfine
gözbebeklerimi vurur silahım
tetikte el kanadı





12 Temmuz 2011 Salı

BÜLBÜLÜN GÜL İLE KAN DAVASI VAR

BEYLER'İN BİZİMLE NE DAVASI VAR


           Eey, birtakım abuklamaları imge diye sıralayıp şaircilik oynayanlar, şu dizeye bir bakın.

          Bedri Rahmi, boşuna "nerde bir köy türküsü görsem / şairliğimden utanırım" dememiş.
          Haa, birtakım dangalak Bedri Rahmi'yi, şair saymaz bilir misiniz. Bir başka dangalak taifesi de "ressam" saymaz:

          Sen misin köy türküsünü görünce şairliğinden utanan... Sen misin bu toprağı, bu toprağın değerlerini desenleyen. Sen misin halk adamı olan.

          Sen misin batılarda eğitimlenip, batıya uşaklık etmeyen, tapınmayan, özenmeyen. Kendine, özüne ANADOLU'ya dönen. Gidinin döneğiii...

           Oh olsun, "biz san'at jandarmaları" da seni, şair - ressam saymayız.

            Fikret Otyam'a da kıyıdan bakar bu taife.
            Fikret Otyam deyince, şu anıyı anlatmalyım:

           Bir etkinlik sonrası, akşam yemeğindeyiz. Kalabalık bir masa. Sol yanımda Fikret Ağabey, solunda Filiz Otyam. Karşımda Mehmet H.Doğan, sağ yanında eşi...
           Söz bir ara Abdülkadir Bulut'a geldi. Hak ettiği ilgiyi göremediğinden söz ederken Fikret Otyam, birden heyecanla bağırdı:"Arkadaş, bu memlekette şiir mafyası var."

            Ses kayıt cihazını açıp konuş Fikret abi dedim koydun masaya. Mehmet H.Doğan, biraz bozuk, Bilal Kayabal'ın çok hoşuna gitti, dedi. Ben, Kayabay diye düzelttim. Ben de Kayabay, dedim dese de, eşi benden yana çıkınca. Susmak zorunda kaldı.

             Fikret Otyam, az önceki sözüne gönderme yaparak: Demedim mi, dedi ve kadehini şerefe kaldırdı.

             Diyom diyom gene de bazı dostları inandıramıyom: Beynimde bir şeyler fazla. Gül, dedik; bülbül, dedik; nerelerdeeen nerelere geldik. Hasbin Allaaah !...

            Bülbülün gül ile kan (har) davası var...
            Bu dizeyi duydukça, okudukça, söyledikçe... Eğer, gülün harı yani dikeni yüreğinize saplanmıyor; bütün beyaz gülleri kan kızılına boyamıyorsa; ciğerinizin bağından yakalayıp, çölden çöle savurmuyor, taştan taşa vurmuyorsa, deryalar gözünüzde iki koca damla yaşa çevrilmiyorsa...
           Canınız cehennem !..






































28 Nisan 2011 Perşembe

GELECEK İSTASYON NALDÖKEN

gavurluğu onurudur izmir'in
amacın aracı  bellenen tren
aydınlığa varacak
şaşacak hesapları
takiyeci hinlerin

made in usa markalı 
nalları dökülecek
emperyal değirmene
keyifle su taşıyan
kiralık beygirlerin

 ÇIKINTI

dini bürünenin yüzü sıyrıldı
altından doların boyası çıktı
bu halkın baştacı takiyeciyse
ne mutlu başları âlâsı çıktı

efendi'den koyu almış rengini
şakirdinden belli foyası çıktı
faziletten akım diye höykürdü
manukyanla sıkı arası çıktı

yuları tutuldu mazlum anırdı
palanı çözüldü yarası çıktı
acındı arpası fazla verildi
memleket hazretin harası çıktı

dokuz okka diye dolanıyordu
yoklandı amcası halası çıktı
yiğitliğin kantarına çekildi
mihenge vuruldu darası çıktı

yukarıdan hikmet va'z ediyordu
zaman tabip baktı sarası çıktı
ahali hazreti mürşit sanırken
hesabı karanın karası çıktı

27 Şubat 2011 Pazar

BÖYLE SİYASET OLMAZ


İhanet edeceksin bir koltuğa satacaksın.
Oyun dışı koyacak, ciğerini oyacaksın.
Size göre tehlike "bertaraf" edilince,
medhiyeler düzecek baş üstüne koyacaksın
Bu günleri gösteren Allah'a şükredecek
Ölümüyle gelecek "oy"ları sayacaksın

ALLAH BELANIZI VERSİN

29 Ocak 2011 Cumartesi

İBLİSİN SÖZCÜLERİ

dilibok bir vakitte saldırıyor karanlık
kendini dindar satan dinsiz taifesiyle
allah fırsat vermesin bu ışık yiyenler
ateşböceklerinin sonu bile karanlık

22 Ocak 2011 Cumartesi

UĞUR MUMCU ÜÇLEMESİ



 ONLAR VE BİZ

onların yüzü kara
bizim yüzümüz apak
biz demirlerde özgürüz
onlar paçavrada tutsak

karasız bir deniz üzre
nanik yaptık ölümlere
bizim toprakta kökümüz
onlar dalgalarda yaprak

buharlaştık ateş içre
yağmur olduk sağnak sağnak
karanlıları arıttık
pınar olup kaynak kaynak

uğursuzlukta susmayız
biz volkanız onlar çomak

 
KALEM KANATLI GÜVERCİN

bir gök patladı ölümcül
karanfil yağdı toprağa
yüreğimce yarıldı yer
göğe ağdı güvercinler 
bulutları tutuşturdu
kalem kanatlı güvercin
kan kırmızı ışıladı aydınlık
tutuldu yolları yarasaların
bir yangın dolandı anadolu'yu
onuru yüceldi kutsal isyanın



YASLARI UĞURLAR'IN

ağlamam su vermedir
yüreğimde soy çeliğe
bilincim ateşlerde
karanlıklara bilenir

yanar mumlar
yanar mumlar
sisler arkasından evren
gökkuşağıyla bezenir

kopar ağları bir bir
kara örümceklerin
özgürlük kök salar
özgürlüğe ağar dal dal

ışık damlar dağa taşa
karanlıklara sığınır
tüm kanlı yarasalar
başında nöbet tutar
ışığı mumcular'ın

karanfiller kanatılmaz
bir kutlu düğüne varır
yasları uğurlar'ın

19 Ocak 2011 Çarşamba



HIRANT DİNK VE KARANLIK


SORU ŞU

Hırant, kapitalist, hortumcu, hayali ihracatçı, işbirlikçi emperyalist uşağı,uyuşturucu baronu, organ kaçakçısı, silah tüccarı, ırkçı savaş yanlısı
olsaydı öldürülür müydü ?


YANIT, HAYIR !

Elüstünde, başüstünde taşınır; şimdi Hırant'a, sırf ermeni olduğu için sövenler, O'na tapınırlardı. Tıpkı şu medyatik yoz zavallılara tapındıkları gibi.

KİM ÖLDÜRDÜ

Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Bedrettin Cömert, Ümit Kaftancığlu, Eşref Bitlis, Gaffar Okkan...ve daha niclerini kimler öldürdüyse, Hırant'ı da aynı "kafa" öldürdü.

BENİ DE AYNI "kafa" VURMUŞTU

Kamu tanığı olarak çağrıldığım mahkemede demiştim ki: Bu itlerin sahiplerini bulun. Maşaları yok etseniz noolacak. Başka itler, başka zavallı maşalar bulurlar.

NE Mİ OLDU

Mahkeme salonundan çıkarıldım, bir daha da çağrılmadım.

SONUÇ MU

Onurlu insanları, acılı utanç içinde yaşamaya çabalayan bir ÜLKE.

CAN ALICI SORU

Bu cinayetler KİMİN işine yarar ! ?

Nazım 109 Yaşında

 
KAYNAK

bulgurlar kaynarken doğmuşum
öyle söylerdi anam
belki de o yüzdendir

bir ömür hep kaynamam

o yüzdendir taşarak
kabından yasağından
böyle kaynar çağlamam

günlerden bir pazarmış
öyle diyordu anam

yine bir pazar günü
ilk defa güneşe çıkarılmış
hasretiyle yandığım
yoluna düştüğüm adam

besbelli o yüzdendir
çektiğim ömür boyu
kapalı kapılardan

İYİ Kİ VARSIN NAZIM HİKMET

9 Ocak 2011 Pazar

SORDULAR SÖYLEDİK


                      TYS YILLIĞI İÇİN SORMUŞLARDI
A

            S-1 - 2006 yılında, Cumhuriyet'le sorunu olan bir iktidar beşinci yılına girdi.
Uzaklarda, biraz hayali olarak dövüştüğümüz ABD, somut olarak (kan ve ateşle) kapı komşumuz durumunda.
Türkiye'nin politik ve ekonomik durumunu, geleceğini bu ülkenin bir yazar/şairi/aydını olarak nasıl görüyorsunuz?

         Y-1- Bu sorunun yanıtı, çok kısa, çok uzun. Ben, şairce yolunu seçip diyeyim ki:

Arabmerikan

Sevgiyi Boğazla
Güzeli Unut
Sübhanallah Wery Good
Eğriyi Hep Sula
Doğruyu Kurut
Hay Maaşallah Wery Good
Yalanı Yay Hızla
Gerçeği Uyut
Esteğzzübillah Wery Good
Temizi Karala
Kirliyi Durult
Kerimallah Wery Good
Beynini Kirala
İçini Boş Tut
Baarekallah Wery Good
Mideni Ayarla
Ne Bulursan Yut
Elhamdülillah Wery Good

            S-2 - Geçirdiğimiz siyasal ve ekonomik buhranlara neden olan, "seçim" yoluyla gelmiş iktidarların geleni gideni aratır durumda. Yaşar Nabi Nayır, 1962 yılındaki yıllığında, okuma yazma bilmeyenlere oy kullanma yasağı getirilmesini savunmuştu. 10 milyonluk okuma yazma bilmeyen seçmenin belirlediği bir siyasal iktidarın ülkemizin ve çocuklarımızın geleceğini belirlemesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durumda "medya" denen basın yayın organlarının durumu sizce nedir?

         Y-2- Yaşar Nabi Usta, 1962’de “Okur-yazar olmayanlar, oy kullanmasın” demiş de acaba, günün okur - yazarlarını görse ne derdi?
Okur-yazar olmayan 10 milyonu, seçim dışı bırakarak seçim yapılsa, korkarım, sonuç bu günden de beter olur. Çevrenizdeki okur-yazarları görmüyor musunuz?
Burada şu yaşanmışlığı anlatmak gerekiyor:

         Çankaya’nın “ünlü sofraları” ndan birinde, “eğitim” tartışılırken; gene yalnız kalır Mustafa Kemal.
Masadakiler, “ne kadar eğitebilirsek o kadarı kârdır” demektedirler, ıkına sıkına.
Mustafa Kemal, “emniyet müdürünü çağırın buraya “der. Çağrılır ve adam gelir.
Paşa:     - Şu tavanda asılı olan nedir, çocuk?
Müdür   - Avizedir Paşam.
Paşa       - Aydınlatan nedir peki?
Müdür    - Elektriktir Paşam.
Paşa       - Elektrik nedir çocuk?
Bu soru sözü bitirir. Emniyet Müdürünün vereceği yanıt yoktur.
Mustafa Kemal, bu kez de, “Şimdi, Muhafız Alayı’ndan bir Mehmet çağırın bana “ der.
Asker gelir, selamını çakar, dikilir. Paşa aynı soruları ona da yöneltir.
Okur-yazar Müdür’ün veremediği yanıt;”okumaz-yazmaz” Memet’ten gelir.
Elektrik nedir sorusuna gelindiğinde, herkeslerin soluğu kesilmişken; Er Memet
bir solukta yapıştırır yanıtı:
- Neyüdüğü bilünmez, ettüğünden bellüdür, Paşam.

Paşa, gözleri ışıl ışıl,sevgiyle uğurlarken askeri, masadakilere dönüp:
“ Gördünüz mü efendiler! İşte sizin okumuşunuz, işte halk, der “ ve ekler:
“Bu millete ya adam gibi eğitim verin, ya da sağduyusunu almayın elinden”

Şimdi benim önerim –ki yıllardır böyle savunurum-, merkezi sınav sistemiyle seçilmeli, seçilenler de seçmenler de. Her kesime kendi alanlarıyla ilgili uzmanlarca hazırlanmış sorular sorulmalı. Seçilmek için yüz üzerinden, taban seksen; seçmenler için, altmış olmalı.

Bir zamanların başbakanı: “Odunu aday göstersem seçilir,” diye öğünmüştü. Haklıymış da, işte böyle olur. Nasıl mı? Seçilmişi odun olanın, seçmeni, çör çöp olur.

B

            S-1 - Türk Edebiyatı'nın bugünkü durumu  içler acısı. Binlerin altına düşmüş okur sayısı. Daha da kötüsü edebiyatın toplumun ana damarı olma işlevinden uzaklaştırılmış olması? Sizce bunun nedenleri ve çözümleri kısaca nedir?

         Y-1- Edebiyatımızın durumunu ülkenin öteki sorunlarından soyutlayamadığımız gibi, edebiyatçılarımızı da öteki insanımızdan soyutlayamayız. Bu ülkenin insanlarından böyle edebiyatçılar çıkar. Eee, edebiyatçısı bu olan toplumun, edebiyatı nasıl olacaktı.
Yazık ki bu ülkenin üretenleri (!) –sanat adına- Tanzimat kafasından bir türlü kurtaramadı kendini. Kafalar Tanzimat olunca da ortaya dökülenler, taklit olmaktan öte ye geçemiyor.
         Batılı gibi duyumsayıp, batılı gibi yazmaya debeleniyoruz. Çünkü batılı düşünemiyoruz. İşin korkunç tarafı, şu “medya” denen aşağılaştırılmış gücü de kullanarak, topluma dayatılıyor. “İşte şair işte şiir; işte yazar işte eser” Yersen. –Bu ara çok gündemde ya-.
         Yemiyorlar abi. Bu toplum çok şey yedi, yiyor ya işte bunu yemiyor. Yer gibi oldulardı bir ara, yedirmeye çalışanlar da tam gaz dayanmıştı, dibe köşeye itilmiş onurlu yazanların gırtlağına: “Biz demiştik.”  diye de, yemedi.
         Yemezler, çünkü yazılanlarda kendi yok. Hiçbir biçimde. Ne maddi ne manevi. Yani, ne ekonomik, ne politik, ne duygusal, ne düşünsel, ne anlatısal, ne dilsel... Bu halk yok Edebiyatımızda.

         Yok, çünkü yazanların çıkış noktası bu yurt değil. Bir zaman herkesler
alay ederdi, Boğaz’da oturup Anadolu’yu yazanlarla. Bu zevatın bir bölüğü, şişirmiş yelkenleri “küreselleşme” palavrasıyla, yandım Allah pupa yelken.

         Şu ikiyüzlü “batı” karşısındaki aşağılık duygumuzu yenemezsek, köprülerin altından daha çok sular akacak.
         Bir de, şu,   “sen ben bizim oğlan” zavallılığından bir kurtulsak diyorum.
Kurtulmak zorundayız çünkü “Körler görmeseler de yıldızlar vardır”.


            S-2- Bir yazarımızın Nobel Edebiyat Ödülü'nü almasına karşın toplumumuzda edebiyatımıza ve genel anlamda sanata karşı gösterilen bu kayıtsızlığı neye bağlıyorsunuz? Bu durumu aşabilmemiz için sizce neler yapabiliriz?


         Y-2- Şu “Nobel” çok netameli bir konu. Oralara pek dalmayayım ama bir iki laf edeyim:
Hani şu görmezden geldiğimiz halkın bir sözü vardır. Derler ki: “Keçi can derdinde, kasap yağ derdinde.”
         Aydını, yazarı, çizeri tarafından yoklanmış bir toplumun, Nobel’in “N” si nesine.
         Burada kafama takılan bir soruyu, paylaşmak isterim:
Yaşar Kemal’in Nobel'e adaylığı söz konusu olduğunda, bir Fransız gazetecinin sözünü, biraz da terslenerek: “ Ben, Kürt yazarı değilim; Kürt kökenli Türk yazarıyım.” diye düzeltmemiş olsaydı...
         Acaba diyorum, Orhan Pamuk’unki ikinci olur muydu?




8 Ocak 2011 Cumartesi

ALDATMACA

galu beladan bu yana
özellikle şu sırada
türküüm kürdüüm çerkesiim
ermeniyiim süryaniyiim  gürcüyüüm
hangi birini saysam
dört renkliii çok türlüyüm

yaz vaaar kış var
evecek ne iş var
 da
ne zaman insan olurum acaba

şuluk buluk bilmen nelik
falan filan hikâye
kasa emperyalist kelle
geçmişe bir bakın hele